Akşam güneşine karşı balkonda oturmuş laptoptan
kitap okuyordum. Birden çıkan esintiyle üzerime altın yaldızı bir perde indi.
Toz sanıp başına hele şu sıra bir şey gelmesini hiç istemeyeceğim bilgisayarla
içeri kaçtım. İşin aslını, bir iki gündür her yüzeyde elime gelen tabakanın
şehvetle tozlaşan çamın eseri olduğunu sonradan anladım.
Balkonun köşesi, görüş alanımın epey bir kısmı
onunla kaplı. Kıyamadığım dalı verandayı kemiriyor. Ama başımın da tacı. Bir
çamla ilk kez böyle burun buruna yaşıyorum. İnsan merkezli bir tepki duymaktan
uzak, tecrit içinde tecritten yakınmadan balkonu ona terk ettim. Coştukça coşa
dursun, geçirdiği değişimi seyrediyorum. Hiçbir şey olmuyormuş gibi görünen
onca zaman sonra çiçeklenişi (çam için herhalde öyle denmez ama). Kozalağa
dönüşecek bu organların tozları saçıldıkça açık sarıdan koyuya, uçuculuktan
katılaşmaya geçişini, uçlarından filizler çıkarışını.
Bir bahar ayini!
*
Usta bir müzisyenin Rönesans flütünden eski bir
İngiliz ezgisi olan Daphne üzerine çeşitlemeleri dinliyordum. Ne kadar güzel!
Aşka gelip İngiliz halk şarkıları albümünü çıkardım. Kayıt cihazını açtım. Daphne’den
başlayıp ortasından sonuna kadar çaldım.
Esinlenmek insanı daha akıcı yapıyor. Çam ile
birlikte tozlaşmak gibiydi. Hayatı hissettim. Yavaşça değişmeyi. Dönüşmeyi.
O da benim Pazar ayinim oldu.