Nik Wallenda’ya iki zap arası BBC’de rastladım.
Röportaj yapılıyordu. Toz duman bir kraterin sarp kıyısı fonunda adam uzun hazırlıkları
anlatıyordu. Volkan bilimciler eşliğinde yapılan alıştırmaları. Kumandayı
elimden bıraktım.
“Aktif bir yanardağdaki gaz püskürmeleri
oksijeni tükettiğinden hava tankı ve maskeyle yürümem gerekecek. Dalgalanan
aşırı sıcak da özel ekipman gerektiriyor. Bütün bunlar uzun uzadıya hesap
kitap, hazırlık ve alıştırma demek.”
Yanardağdan genççe adamın saçsız başı, coşkulu
yüzüne döndük. Dünyanın en önemli işiydi sanki. Aslında öyleydi. Ölüm kalım
meselesi haline getirilen bir saçmalık!
Derdin ne ki dedim yüksek sesle.
Neden, diye sordu muhabir.
“Orada, telin ortasındasınız. Ne ne kadar
yürüdüğünüzü ne daha ne kadar kaldığını düşünebilirsiniz. Olanca varlığınızla
tek bir anda olmak zorundasınız. Bu hale getirilen bir zihnin nelere kadir
olduğunun insanlara esin kaynağı olması için yürüyorum. Korkunun ne şekilde
aşılabileceğini, imkansız diye bir şey olmadığını göstermek. Sınırlarımı her
seferinde biraz daha öteye itmek için.”
*
Geçiş zamanlarında öteden beri aklımda
tekrarlayan bir imge belirir: Kollarım iki yana açık, yüksek bir kenardan
görünmeyen bir karşıya uzanan tele ilk adımı atışım.
*
“Gaz ve duman görüşünüzü bulandırır, özel
giysilere rağmen dağın yüzlerce derecelik sıcak soluğunu hissederken bir
ayağınızı öbürünün önüne koyarak ilerleyeceksiniz. Hiçbir kaçış yok! Bunu ancak
yürüyerek geride bırakabilirsiniz. Yürümek için de tüm varlığınızla orada olmalı.”
Alışılmış hedeflerden daha saçma olmaktan
çıkıyor, tutkuyla yürütülen bir işin derinliğine varıyordu. Konunun kendisi
ikincildir o vakit. Esas olansa ona taşınan yakıt. Hazır değerler
hiyerarşisindeki yerine bakılmaz.
Bu adam da hedefini hayatıyla körüklüyor.
Eski Yunan’ın bedbaht demircisi Hephaistos’un,
onun Roma muadili Vulcan’ın “De git oğlan! İşin mi yok senin?!” diyecekleri
tutmamışsa bu insanoğlunun sırtını sıvazladığını hayal ettim.
*
Nik Wallenda Nicaragua’daki faal yanardağ
Masaya üzerinde bu Çarşamba yürüyecek.
*
Tekrarlayan imgem değişti. Zor geçişlerde şimdi
bileğim kalınlığında bir kabloda buluyorum kendimi. Ensemde kollarımı iki
yanına açtığım upuzun bir çubuk. Altımda kızıl-siyah hiddetle kaynayan, püsküren
volkan. Ne kadar yürümüşüm, daha ne kadar yürüyeceğim, bilemem. Bildiğim, anda
kalmak, oradan hareket etmek zorunda olduğum.
Ben bu ruh halini bir tek gitar çalıp şarkı söylerken yakalayabiliyorum. Özellikle sahnede, insanlar seni izlerken gerçekten sadece o anda kalıyorsun.
YanıtlaSilAslında o yüzden herkes müzikle bir şekilde uğraşmalı. En azından bir volkan üzerindeki bir ipte yürümekten iyidir. Yanlışlık yaparsan volkanın içine düşmek yerine bir notayı yanlış basarsın, bir sözü yanlış söylersin olur biter.