26 Mart 2020 Perşembe

NE?


Harici kılığıma bürünüyor, kartlarımı, dışardayken sadece acil durumda dokunacağım telefonumu eski püskü korona çantama atıyor, bulutlu havada kafama siperlikli bandanamı, ellerime mor lateks eldivenleri geçiriyorum. Bir de kara güneş gözlüklerini taksam tebdili kıyafetim tamamlanacak.

Merdivenin başında zihnimden her şeyi boşaltıp anahtar uyarısını çalıştırıyorum. Bütün dikkatin anahtarı kilitten çıkarıp yanına almada olsun. Yoksa hele bu zamanda kilit patlatmak, yenisini yaptırmak iyice dert olur. Korunma prosedürleri, koronadan önce başlayan, sonra da sürecek bu protokole eklenince evden çıkmak iyice törensel bir hale geldi.

Anahtarı farkına (neredeyse tadına) vara vara cebime atıp kapıyı arkamdan kapıyor, sağa sola hızlı bir bakış atıp arabaya biniyorum. Ucuz bir yapımda gizli göreve çıkan ajan rolündeyim.

Ya da rolünün üzerine yapıştığı bir paranoya vakası? Düşmanı olmadığı yerlerde de var saymak olarak tanımı genişletilmiş bir paranoyanın mağduru?

Virüsün yayılımı nükleer sızıntı gibi. Görünmez, belki bilinir belki bilinmez. Bektaşi’nin dediği gibi “Sen ona yok diyeceksin de dilin varmıyor” desen, tam o da değil.

Karanlık tünelde kara kedinin gölgesini aramak.

Şaşı bir paranoya, evet. Aynı anda öyle ve öyle değil.

Kendinden başlayarak herkes, her şey kuşkulu. Böylece görünmez çitlerin üzerinden atlar, görünmez hendeklerin çevresinden dolanır, görünmez engereklerden sakınır gibi hareket ediyorsun.

*
Aradıklarımın hepsini bir arada bulmak için Yalıkavak’taki büyük Migros’a giderken gözüm geçtiğim arabaların plakalarında (çoğu 48, epey bir kısmı 34). Çoğalan arabalara bir kendine hak bilme hissiyle bir yandan içerliyor, bir yandan kendimi gözlemliyorum.

“Neden durdukları yerde kalmıyorlar ki?! Burayı da batıracaklar!”

“Sen de dışardan gelmedin mi?”

“Evet ama salgından kaç ay önce!”

“Bu, hikayeyi senin kendine göre anlatışın. Doğma büyüme buralılar açısından dışardan şimdi gelenlerden hiçbir farkın yok.”

*
Egoyu, kurgusunu ayakta tutmak için kıvırtışını, kıvranışını yapacağını yapmaya bırakarak seyretmek, arada bir iki soru sormak çok aydınlatıcı olabiliyor.

*
Raflar arasında dolanırken nefesimi mi tutuyorum?

Hiç olmadık kültürler, topluluklar, insanlar bu deneyimin ardından en az bir süreliğine püritenlere dönüşür mü?

Obsesif kompülsif davranış organ hasarı misali ne oranda kalıcı olur?

Gölgesini aradığım kara kedinin enseme patisini çakıverdiği duygusuna kapılıyorum birden.

Soruları, cevapları bırakıp benzin istasyonuna sapıyorum. Depoyu doldurayım, ne zaman gerekeceği belli olmaz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder