Sıcak huy değiştiriyor. Şeker ve alkole
yatırılıp güneşe bırakılan vişne gibi şimdi. Tatlanıyor. Boğucu değil,
kucaklayıcı. Kalabalığın çekilmesi, gürültünün dinmesiyle atmosfer de. Ortalık
eskisi kadar tenha.
Akşam gözün yıldızlarda, yürümek. Öğleyin son
şezlonglara serilmek, başını kitabından, defterinden kaldırıp renklerin, ışığın
neredeyse iç acıtan güzelliğine dalmak.
Ve törensel akşamüzeri denizi.
Dev bir kalbur. Sapı samandan, paraziti
yararlıdan, zehri şifadan ayırıyor. An’ı öyle bir derinleştiriyor,
enginleştiriyor ki ne geçmiş kalıyor ne gelecek.
Suda ve anda kaldıkça doğasına uyandığım
düşünceler lif lif çözülüyor. Çapsız, sığ, temcit pilavı olmuşlar (şirdenden
gelenler dedim onlara) ne nedir bilmeden güya sana destek olmak adına ortalığı
yangın yerine çeviren ahbaplar gibi. Sesleri, tınıları, uyandırdıkları hisler
artık çok tanıdık. “Zaten..” diye başladıkları an savuşturuyorum onları. Açılın!
Sizden hayır yok bana da kimseye de. Dolduruşlarına gelmediğin an dağılıp
gidiyorlar.
Sessizlikte ara sıra hissini de tınısını da çok
iyi bildiğim usul dokunuş yüzeye çıkıyor. Yepyeni bakışlar sunan, geçmişin
gevişi olmayan o. Bir kez kapını açtın mı elini hiç boş bırakmayan, kendi
zamanında kendi armağanını sunan bilinmezlik.
Denizin sıcağı kal, diyor, kalabildiğine,
gevşe, yumuşa, bütüne karış. Evindesin bağrımda. Aradığın neyse, dostluk, şifa,
esin, bir olmak, aç gözeneklerini, al.
En derinlerimden birlikte titreştiğim bir yankı
gövdesi deniz.
Güneş batarken eriyip ona karışıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder