Kafka’nın Amerika’sı.
Sofradaki hangi özel aletle tutup etini nasıl
çıkaracağımı bilemediğim nadir bir deniz kabuklusu gibi başladı okumam. Taslak
olarak elime gelse yazarını incitmeden geri çevirmeye çalışırdım diyerek.
Bir süre sonra beni rahatsız edenin bu roman
değil, ondan standart beklentilerim (kurgu, öykü akışı, karakterlerin gelişimi,
tempo, sürükleyicilik, tutarlık vs) olduğunu fark ettim. Süzgecimi bir yana
koyup malzemeye odaklanarak yola devam ettiğimde Amerika’nın sundukları başkalaştı.
Onu serbest bir metin olarak ve kendine özgü tadını alarak okudum.
Bir tema etrafında çeşitli rüyaların kaydı
gibi. Rüyalardan gerçeğe yakınlık ya da inandırıcılık bekleyemezsiniz. Ne de
keyfinize göre uzayıp kısalmasını. Rüya rüyadır. Kendi debisiyle akar, olur,
biter.
Buram buram Orta Avrupalı düşçümüzün imbiğinden
geçen bir Amerika (fikrinden önce) hissi bu. (Almancası Amerika’yı Amerika’dan
daha da uzaklaştırıyor.)
Grotesk figürler (bir tonluk şarkıcı Brunelda!),
tuhaf tuhaf epizodlar.. Ama sonra beklentilerimden azade kıldığım bu metin,
damağımda bıraktığı okkalı tatla en az roman gibi bir roman kadar iş
başardı.
Ne nasıl anlatılırsa anlatılsın, amaç da
nihayetinde bir kalemde geçilmez bir izlenim bırakmak değil midir?
Ve belki de Kafka inandırıcı olmayışı,
groteskliğiyle uzaklaşır göründüğü Amerika’dan tam da bu şekilde bir şeyler
yakalamış sayılmaz mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder