Thomas Moore’un Care of the Soul’u beni
derinlik psikolojisine geri getirdi. Derinlik psikolojisi ve malzemelerini
devşirdiği mitoloji, simge (arketip) olarak tanrı, tanrıça ve kahramanlar
alayı.
Günümüzün sığlaştıkça sığlaşan, imgelemden
yoksun çiğ akılcılığının iki karış derinlikte hiçbir şey açıklamayan
açıklamalar, ışık tutmayan yol göstermeler, bir yere çıkmayan çıkar yollarla
insanı eli böğründe bıraktığı yerlere mitolojinin uzanması, kuruyup çatlamış toprağa
su taşır gibi anlam taşıması hayatımın kritik dönemlerinde bana hep iyi geldi.
İnsan bütün olarak panteon, tanrılar birliği
halinde imgelendiğinde ne çok, ne çok taş yerine oturuyor.
Ahlakçılığın, kuralcılığın dayatılan düstur her
ne ise (doğruluk, dürüstlük, samimiyet, bağlılık) bunu tek doğru kılarak
kurduğu zorlayıcı cümleye karşı bütün bir manzume. İnsanı hangisi temsil eder?
İki ucu da sivriltilmiş, dayatılana da dayatana
da batan doğrular, normlar, ilkelerle kendimi (ve tabii karşımdakini) ne kadar
anlayabilirim? Anlayabilir miyim yoksa attığım her adım bu merceğin altına
sığabilenle dışında kalan arasında bir bölünme, kendimi tek bir kanala sığdırma
çabası ve kaçınılmaz başarısızlığın yüklediği ağır suçluluk mu olur?
İçime bakıp doğayla bir Artemis’in karşısında
aşk ve cinselliğin ondan sorulduğu Aphrodite’i, zampara Zeus’a karşı kıskanç
karısı Hera’yı, akılcı Apollon kadar esriklik tanrısı Dionyssos’u, hepsi
arasında mekik dokuyan Hermes’i… dışa vuran vurmayan dürtülerim, motiflerimde
bütün bu figürleri seçtiğimde gözüm birden çok daha etraflı bir kavrayışla
açılmaz, anlayışım derinlik kazanmaz mı?
Tek, basit kavramlara daralttığımız, sadece
gölge yanlarını aldığımız zamparalık, kıskançlık, sarhoşluk, iki yüzlülük… insanlık
hallerine nice beklenmedik açıdan ışık düşmez mi o zaman?
Tanrılar bolluğu insana bakışımı ya o-ya o tek
boyutluluğundan, kuralcılığın tek sesliliğinden, çöp adamsılığından alıp iç-dış
dinamikler arasında çelişkiyi, çatışmaları, çok katmanlılığı barındırabilen bir
kap sunuyor. Hangi yanımı aşırı vurgularken hangilerini ihmal ettiğime işaret
ediyor. Bir şeyi seçip (armoni, istikrar, kontrol) diğer her şeyi elimin
tersiyle ittiğimde neden açlığa, kurumaya, zayıf düşmeye, karardıkça kararan bir boşluğa,
anlamsızlığa mahkum olduğumu fısıldıyor.
Ben oyum da buyum da. Tek bir kitap değil,
bütün bir panteon.
Sonuçta bütün vargılarımız, yaklaşımlarımız,
hatta ilmimiz yorumdan ibaretse köşeye kısıldığım yerde işime yarayan bir kez
daha derinlik psikolojisinin şiirsel yorumu.
“Açıklık” diyor Thomas Moore, “şiirin
armağanlarından biri değildir. Öte yandan şiir derinlik, içgörü, bilgelik,
vizyon, dil ve müzik sunar.”
Evet. Aklın durduğu yerde imgelem, hayal gücü
harıl harıl çalışmaya, derinliklerdeki işleyişe nüfuz etmeye devam ediyor.
İşler karıştığında akıl ne güdük kalıyor!