Gözüm onlarda. Gökyüzü ve ağaçlar.
Seçe seçe, taammüden onlara bakıyor, bakışıma can
veriyorum, onlar da benim şehir duyguma.
Bozkır göğünün eşi benzeri yok. Pençe pençe renklensin,
fırtına bulutlarıyla kudurgan bir denize dönsün, içini çalkalar. Nispeten tek
renk bile olsa farklı bir zemin sunduğu çoktur –şimdi mesela, selofanından yeni
çıkarılmış pahalı bir gömlek mavisi.
Ayağım yereyse gözüm de göğe basar. Şehir susar, o
konuşur. Yani kulak verecek olursan şehirden gevezesi, gürültücüsü yoktur da
başını yukarı kaldır, oradaki şöleni gözlerinle de dinle, dünya alem susmuş,
sözü ona bırakmış gibi olur.
Ve şimdi de ağaçlar.
Betona odaklandığımda azalan, önemsizleşen, ihmal edilebilir
ayrıntılara dönüşürken dikkatimi onlara kaydırdığımda çoğalıyor, öne çıkıyor,
gümbür gümbür bir varlık oluyorlar.
Şehir ağaçları.
Çınarlar, olanca görkemi, tuttukları yeri dolduran
kallavi gövdeleriyle, atkestaneleri, parklarda, apartman bahçeciklerinde salkım
söğütler, çıplağı yapraklısından bile daha fazla hoşuma giden –ne desenler, siluetler!-
kavaklar. Çamlar, kimi sağlıklı kimi hastalıklı, kızıl kızıl dökülmekte. Burada
ardıç var mıdır? Adını bilmediklerim, bazısını öylece bırakırken bazısına da
benim bir ad verdiklerim.
Ağaçlar. Kenti canlandırıp güzelleştirerek aşan, gönlümü toprağa,
doğaya, asıl prize bağlayan (avuntu değil hayır, şehri görmezden gelmeye, ondan
kaçmaya çalışmıyorum) varlıklar.
VAR-lıklar, evet.
Gözümle sarılıyorum onlara. Yüzümü haftadan
haftaya, derken günden güne değişen, sona yaklaştıkça zenginleşen renkleriyle yapraklarına gömüyorum. Acı acı yaprak kokularını ayazla birlikte içime çekiyorum.
Hışırtılarıyla kulaklarımı dolduruyorum.
O vakit beton önemsizleşiyor, göğün işaret ettiği zaman
ölçeğinde ihmal edilebilir bir ayrıntıya dönüşüyor, ağaçlar da, başka bir
varoluşun ulakları, onaylıyor bunu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder