23 Aralık 2017 Cumartesi

OYUN BİTTİ HADİ OYNAYALIM

Kılıç Ali Paşa Hamamının yanından dolanıp Mumhane Caddesine girdim. Aslında sokak olan caddeyi ikinci defa sonuna kadar yürüdüm. Sorup soruşturduysam da, Galeri Nev mi bilmem ama o tarafta bir galeriler var diyen beni şuraya buraya yönlendirdi. Sert, soğuk, kapalı havada pes etmenin eşiğindeyken buluverdim. Gör! dediğini ikiletmeyeceğim bir arkadaşımın önerdiği Elvan Alpay sergisinden girdim içeri.



Genelde yön gözetmeden dolanırım, bu kez girişin solundaki tuvalden başlayıp saat yönünden şaşmadım.

Ortadaki banka oturmuş avaz avaz sohbet eden iki adamdan başkası yoktu. Adamlardan birinin DUYUN BENİ! diye insanın kulağına asılıp onun peşi sıra sürüklenirmiş gibi gelen ısrarlı sesi rahatsız da edebilirdi, ortam şartlarından herhangi biri olarak alınıp geçile de bilir. İkinciye karar verdim ve daha ilk eserden başlayarak tuvallerin arşın arşın derinliklerine gömüldüm.

Tuval diyorsam tablo diyemediğim için. Tablo, alanın alışılmış iki boyutlu kullanımını ima ediyor. Oysa burada iki boyutluluğun bağrı yarılıp malzemenin kanatlanı-kanatlanıverdiği hissi uyandıran bir geçişle üçüncü boyut, çimen-dal-çiçek misali bitiyor –ya da sanki yeni yeni sinir-damar ağları örülüyor.

Her durumda alıp yürüyen, seni de içine katıp götüren bir hareket. Can bulma.

Kendimi uzun, dik, kıvrım büklüm bir kaydırağın tepesinden salar gibi bıraktım bu durdurulamaz hareket beni nereye götürürse götürsün.



Tuvalin zemininde kalan iki leitmotifle, bukalemun ile arıkuşuyla o vakit göz göze geldim. Düzken kıvrım kıvrım katmanlanan dünyalarına onların gözünden açıldım. Bundan sonra da hikaye-masal kendi kendini anlatmaya koyuldu. Bir şey beni başka bir şeye götürdü, bu gidişin ucunda devam eden başkalaşım, anlatıcı (ya da eş-anlatıcı) olarak bana da sirayet etti.

Bir yandan, kusursuz bir bronz çanağa tahta tokmakla vurulduğunda yükselerek yankılanan sesin dengiyle dikkatimi çeken şeyleri tuvalden tuvale izliyordum.



Kırmızı! Damarında dolaşan ya da oluk oluk akıtılmış da son damlaları kalmış kan gibi. Dökülen kan? Can? İkisi de.

Yapraklarından hayat fışkırarak tuvallerden taşan çiçekler.

Kah çevrenin rengini alan kah çevreye rengini veren bukalemunun son tuvalde altın beneklerle bezenişi –çevreyle etkileşimin dürülüp bir kenara kalktığı bir aşmışlık?

Uzun gagasıyla boru çiçeklerinin dibine kadar uzanıp balözünü toplayan, bunun için uzun bir süre havada asılı kalabilmek gibi, insanın kendi hayatında esinlense ne iyi edeceğini düşündüren arıkuşu….

Dışarı Vay canına! diyerek çıktım. Yan tarafta bir rafa konulmuş notlarda serginin adından o zaman haberdar oldum: Oyun Bitti/Hadi Oynayalım.

İçimden gülerek ben de deminden beri onu yapıyordum diye geçti.

*
Ama serginin adı sonrasıyla bir devamlılık kurdu.

Yeniden Mumhane Caddesine çıktığımda bitmiş, başlayan, süren oyunların, değişen devirler, dönüşen oyuncuların kafamı ne yana çevirsem karşılıklarını görür oldum.

Son gelişimde köşebaşı kahvesi Karabatak o civarın tek cool cafe’si olmaktan çıkmış, bir iki yeni yer daha açılmışken şimdi pıtrak gibiydiler. Yan yana, dip dibe aynı genç modanın tekrarları. Vakit öğleyi geçiyordu ve hepsi de boş. Müşteriden geçtim, ortalıkta tek tük insan. Dekorları tamam, hazır; nerede oyuncular?

Arka tarafta, kıyıda, yüksek perdenin ötesinde devam eden Galata Port inşaatı. Tamamlandığında esnaf sinek avlamaya iyice pahallı dört duvarlarda mı devam edecek?

Kırmızı. Akan kan mı, devinen can mı?

Oracıkta ama uzun süre öylece kalabilen arıkuşu benzeri havada asılı kalmış.

Neyse ne. Oynayalım hadi.


***



Elvan Alpay, Oyun Bitti / Hadi Oynayalım,
Galeri Nev, Mumhane Caddesi, Starbucks’ın yanı

15.12.20017 – 27.1.2018

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder