-Oğuz Öztuzcu’ya
Sapphire vd gökdelenin yanındaki terminale geldiğimde ortalıkta
bir köşedeki yemek artıkları etrafındaki köpeklerle onlardan boşluk arayan
kargalardan başka canlı yoktu. Gün usulca ağarırken alışveriş merkezlerinden
birinin alınlığındaki dev elektronik tabelaların ışıklarının karşı apartman
camlarında parlayıp sönüşünü seyrettim (kızılı çok etkileyiciydi). Belediyeye
ayrılmış kısmındaki hava durumunu (3 dereceydi), haberleri okudum. (Gıda bakanı
–bilmiyordum öyle bir bakanlık olduğunu- Eşref Fakıbaba gıda ihracatımızın dört katı
arttığını bildirmiş.) Yiyeceğe üçüncü bir köpek yanaşır gibi olduysa da it
dalaşına değmeyeceğine hükmedip arkasını döndü. Durağa bir adam geldi, sonra
küçük çocuklu bir aile, genç bir adam. Göğün rengi safire çalarken QNB
Finansbank’ın elmas biçimli kulesiyle gözüme hoş gelen bir bileşim oluştu.
Alacakaranlığa şehir ışıkları da yakışıyor. Keskin, net, kasıtlı.
Otobüs nihayet geldi. Bindik altımız. Son dakikada atlayan
gençten adam olanca sarmısak kokusuyla yanıma oturdu. Nazım Hikmet Kültür
Merkezi yanından geçerken, pek de öyle bir niyeti zaten olmayan kendime, hiç
söylenme dedim. Hayat asıl bu pedikürsüz haliyle heyecan verici. Senin ham
hoşluk ayarlarına kayıtsız, bu lüzumsuzluktan habersiz, ot ile boku birlikte
sunuyor –daha doğrusu o sunacağını sunuyor da bunu boklar ve otlar olarak sen
tasnif ediyor, ömrünü de eski bir kaşar gibi yerinme ve sevinme arasında rendeliyorsun.
Kısıtlamalar, engeller de ilham kapıları. Suya, o yana bu
yana dağılıp toprağa karışmadan ırmaklaşarak denize kavuşacağı yatağı açan şey,
sınırlamalar. Hadi ufak dostum, malzememiz buğulanan kirli bir camın ardından
üzerine gün doğan bu heyula şehirden belirip kaybolan bölük pörçük anlar.
Bakalım neler sunacak, biz seninle neyi nasıl göreceğiz, parmağım ile
deklanşörün nelere denk gelecek?
Sislere bürünmüş sol yanın yansıması, güneşin sahanda
yumurta sarısı şiddetiyle ışıdığı sağ pencereye vuruyor, hepsine benim
tarafımdaki binaların camlarından yansıyanlar karışıyor, kirle tarazlanıp
buğuyla belirsizleşiyordu. Görünümün bu şekilde peşine düşmek, güçlenen bir
bozum-yapım, kırım-kurum seyrine dönüştü.
Kulaklarıma varan ağzımı toparlayıp bulanık bulanık
görünse de zihin gözümde fevkalade netleşen keşiflerime devam ettim. Damarı
yakaladın mı madenden çıkmayacaksın.
Teşekkürler kamera. Teşekkürler otobüs.
Teşekkürler İstanbul. Giderayak yolluğumu yine esirgemedin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder