24 Aralık 2017 Pazar

OTOBÜSÜN KİRLİ CAMI ARDINDAN HOŞÇA KAL İSTANBUL

-Oğuz Öztuzcu’ya


Sapphire vd gökdelenin yanındaki terminale geldiğimde ortalıkta bir köşedeki yemek artıkları etrafındaki köpeklerle onlardan boşluk arayan kargalardan başka canlı yoktu. Gün usulca ağarırken alışveriş merkezlerinden birinin alınlığındaki dev elektronik tabelaların ışıklarının karşı apartman camlarında parlayıp sönüşünü seyrettim (kızılı çok etkileyiciydi). Belediyeye ayrılmış kısmındaki hava durumunu (3 dereceydi), haberleri okudum. (Gıda bakanı –bilmiyordum öyle bir bakanlık olduğunu- Eşref Fakıbaba gıda ihracatımızın dört katı arttığını bildirmiş.) Yiyeceğe üçüncü bir köpek yanaşır gibi olduysa da it dalaşına değmeyeceğine hükmedip arkasını döndü. Durağa bir adam geldi, sonra küçük çocuklu bir aile, genç bir adam. Göğün rengi safire çalarken QNB Finansbank’ın elmas biçimli kulesiyle gözüme hoş gelen bir bileşim oluştu. Alacakaranlığa şehir ışıkları da yakışıyor. Keskin, net, kasıtlı.

Otobüs nihayet geldi. Bindik altımız. Son dakikada atlayan gençten adam olanca sarmısak kokusuyla yanıma oturdu. Nazım Hikmet Kültür Merkezi yanından geçerken, pek de öyle bir niyeti zaten olmayan kendime, hiç söylenme dedim. Hayat asıl bu pedikürsüz haliyle heyecan verici. Senin ham hoşluk ayarlarına kayıtsız, bu lüzumsuzluktan habersiz, ot ile boku birlikte sunuyor –daha doğrusu o sunacağını sunuyor da bunu boklar ve otlar olarak sen tasnif ediyor, ömrünü de eski bir kaşar gibi yerinme ve sevinme arasında rendeliyorsun.



Koltuk komşumun sarmısak kokusu gündoğumuyla böylece pahada eşitlenirken köprü üzerindeydik. Bacağımı şimdiden yakmaya başlamış kalorifer, pencerenin pisliğine giderek yoğunlaşacak buğuyu pençe pençe ekleye dursun,  ufak kameramı çıkardım. Taşıması kolay diye yolculukta yanıma bir onu almıştım. Estetik damağını çok takdir ettiğim bir dostumun doğru dürüst bir makine edinmem uyarısını hatırlayıp sırıttım.





Kısıtlamalar, engeller de ilham kapıları. Suya, o yana bu yana dağılıp toprağa karışmadan ırmaklaşarak denize kavuşacağı yatağı açan şey, sınırlamalar. Hadi ufak dostum, malzememiz buğulanan kirli bir camın ardından üzerine gün doğan bu heyula şehirden belirip kaybolan bölük pörçük anlar. Bakalım neler sunacak, biz seninle neyi nasıl göreceğiz, parmağım ile deklanşörün nelere denk gelecek?




Sislere bürünmüş sol yanın yansıması, güneşin sahanda yumurta sarısı şiddetiyle ışıdığı sağ pencereye vuruyor, hepsine benim tarafımdaki binaların camlarından yansıyanlar karışıyor, kirle tarazlanıp buğuyla belirsizleşiyordu. Görünümün bu şekilde peşine düşmek, güçlenen bir bozum-yapım, kırım-kurum seyrine dönüştü.



Kulaklarıma varan ağzımı toparlayıp bulanık bulanık görünse de zihin gözümde fevkalade netleşen keşiflerime devam ettim. Damarı yakaladın mı madenden çıkmayacaksın.

Teşekkürler kamera. Teşekkürler otobüs.



Teşekkürler İstanbul. Giderayak yolluğumu yine esirgemedin.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder