Daniel Gilbert’ın mutluluğu aradığımız yerde bulamama nedenlerini ele
aldığı ilginç kitabı Stumbling on
Happiness’ten aldığım notlar.
Savunma sistemi ve bir durumla baş etme
rahatlığı arasındaki ters orantı. Savunma sistemini ancak belirli bir eşiği
geçen nahoş uyaranlar harekete geçiriyor. Ve bundan sonra onlarla baş etmek
daha kolay. Bunun sonucunda mesela bizzat maruz kaldığımız bir hakaretle
(savunma sistemimizin yardımıyla rasyonalize ederek) baş etmek, tanık olduğumuz
aşağılamalara kıyasla daha kolay oluyor.
Aynı nedenle küçük kusurlar
büyüklerinden daha fazla batıyor!
Rasyonalize edebilmek çok önemli. Bu
bahaneler bulmayı da içine alıyor. İş başvurumuzun bir kurul mu tek bir kişi
tarafından mı geri çevrildiği bu açıdan belirleyici. Tek bir kişinin kararını
yanılgı vb olarak saf dışı edebiliriz ama oybirliğiyle bizi “beğenmeyen” bir
kurulunkini edemeyiz.
Rasyonalizasyon savunmaların en
etkililerinden. Yaptıklarımızdan ziyade yapmadıklarımızdan pişmanlık duymamızın
nedeni de o. Yapılanı açıklayabilir, en azından bir kazancımız olduğunu öne
sürebiliriz: Ama bundan da şunu edindim-öğrendim. Yapmadığımız içinse bu yola
başvuramayız.
İnsanın doğal eğilimi açıklama bulmak.
Açıklanabilen bir şeyin duygusal etkisi hissedilir ölçüde azalıyor ama açıklama,
yaşantının gazozunu (duyulan mutluluk ya da tatmini de azaltabiliyor). Çünkü
beyin “işlediği” (açıkladığı) bir şeyi dosyası kapanmışlara ekleyip hafızanın
rafına kaldırırken açıklayamadığına “bitmemiş iş” muamelesi yapıyor ve bu bir
tarafını oyalamaya devam ediyor. Açıklanmamış/açıklanamayan şeyler aynı zamanda
ender. İşin hoş tarafı, dosyanın kapanması için açıklamanın yeterli ya da doğru
olması bile gerekmiyor; yanlış ve sadece açıklama izlenimi yaratması bile
yeterli.
İnsan yakınlarını daha kolay affedebiliyor,
değiştiremediği durumlara daha rahat katlanabiliyor. Çünkü bunlar artık “bizim”
ve bizim olanı katlanır kılmaya daha fazla çaba-akıl hasredebiliyoruz. Bu
nedenle seçim özgürlüğü iyi ama savunma eşiğimizi henüz geçemediğinden
değiştirilebilir seçimlerimizden artık değiştirilemez olanlara kıyasla daha az
memnun oluyoruz. (Bir başkanın adayken yapacağı bir hatayı ona oy vermemekle
cezalandırırken başkanlığında bu kadar tepki göstermememiz, kardeşimizi bir
yabancıdan daha kolay bağışlamamız, her gün geç gelen bir çalışana tahammül
ederken işe başvuran birinin 2 dakikalık gecikmesine dayanamamamız..)
Geleceği öngörmemizde düştüğümüz
tuzakların en önemlilerinden biri (bu aslında genel bir akıl yürütme tuzağı!)
hesabımıza olanları katıp olmayanları katmamak. Örneğin bir mucize ilacın kaç
kişiyi iyileştirdiği (bu sayı bize kayda değer geliyorsa) onun gücü üzerine
hüküm vermemize yeterli. Peki kaç kişiyi iyileştirmedi? Çok yakınımızı
kaybettikten 2 yıl sonrasını aynı ağır kederle, yaşayacağımız travmayla canlandırıyoruz.
Peki ya travmanın etkisi dışında da sürecek hayatımız? Basit zevkler,
katılacağımız hoş toplantılar vb vb.
Geleceği öngörürken dayanağımız hafıza.
Ama hafıza da kesintisiz ve tam bir kayıt değil. Bir olaydan parçalar seçiyor.
Hatırlamak gerektiğinde de bu parçaları bulunduğumuz ana göre yeniden bir araya
getiriyoruz. Parçaları nasıl topluyoruz? Sıradan olmayanları gözetiyoruz (sonra
da bunları sık yaşanmışlıkla karıştırıyoruz. Normalliği kaydetmiyoruz. Bu da
sözgelimi hep bizim girdiğimiz kuyruğun
en yavaş ilerleyen olduğu yanılgısına sürüklüyor). Bir olayı sonuyla kaydediyoruz (kötü biten bir
aşk hikayesini öncesi değil de finaliyle hatırlayışımız).
İnsanın uyarım eşiğini geçebilen mutlak
değil, görece algı: farklılaşmalar.
Dünya yıkılırken uyuyabilirim ama sessizlikte işitilen hafif ayak sesleri beni
uyandırabilir. Bir radyo alırken 50 lira ucuzu için şehrin öbür ucuna
gidebilirim ama söz konusu bir araba almaksa aynı miktar için gitmem.
Şu andaki halim geleceğin hayal
edilmesine kaçınılmazca yansır. Tokken alışveriş yapmak..
Tıpkı kopyalanmalarını kolaylaştıran
sistemleri teşvik eden genlerin yaygınlık kazanması gibi, inançlar da
dayanacakları sistemleri güçlendiriyorsa yayılma eğilimindedir. Doğruluk ya da
sağlıklılık ikincil. Çocuk sahibi olmanın sevinç getirdiği inancı gibi. Ya da
çok para kazanmanın mutluluk demek olması. (Bunların, dayandıkları sistemin
–ekonomi, hayatın devamlılığı- sürebilmesi için kılık değiştirerek insanı en
zayıf yerinden, “mutluluk ihtiyacından” yakalamaları gerek. Yaptıkları da o
oluyor.)
Şeyleri evet ama zamanı hayal edemeyiz,
bu da bizi onu önce hayal edebileceğimiz bir şeye, harekete çevirmeye zorlar.
Böylece doğrusal zaman anlayışı ortaya çıkar. (Lineer gelişim yanılgısı..)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder