Sharon Begley’nin Zihnini eğit, beynin değişsin (Train Your Mind, Change Your Brain)
kitabını okurken..
Davranışların biçimlenmesinde genler mi, çevre mi
sorusunu inceleyen bilim insanlarının farelerden başlayarak nerelere geldiğini
gösteren ilginç bir deney.
Yavru fareler birkaç hafta boyunca günde on beş dakika
annelerinden ayrılarak başka bir kafese konulmuş.
Geri verilen yavrularını yalayıp dokunarak yatıştırılan
anneler strese maruz bırakılarak davranışlarının nasıl değiştiği gözlemlenmiş.
Kiminin yavrusunu yine de yatıştırırken bazısının ilgisiz kaldığı, hatta ittiği
görülmüş.
Yeterince yatıştırılmayan yavruların küntleşerek uyuşuk
kaldığı, strese kendileri maruz kaldığında da aşırı kaygı sergilediği saptanmış.
Sonra yalanıp dokunulmayan yavrular, yavrularını yalayan
anne farelerin yanına (ve tersi) verilmiş. Strese maruz kaldıklarında biyolojik
değil, bakıcı annelerin davranışlarını göstermişler.
Süresi uzatılan deneyde kendileri anne olduklarında
yavrularına kendi gördükleri muameleyle yaklaştıklarını.
Güzel.
Bilimciler buradan bağlanma biçimleri teorisine
geçmişler.
İnsanın erken yaşta anne ya da yerine geçen temel
figürlerden gördüğü kabul, sevgi, bakım yahut bunların yokluğu, ileri yaşlarda
üç tür bağlanma biçiminin temelini oluşturuyor.
Çocuğun ihtiyaç duyduğunda yanında olduğu, korunup bakıldığı hissini veren annelerle gelen güvenli bağlanma.
Bunun yokluğunda (sunduğu yakınlık yetersiz, istikrarsız
olan veya hiç yakınlık sunmayan annelerle) ya kaygılı bağlanma ya da
bağlanmaktan yekten kaçınma.
Güvenli bağlanmanın kişiyi yeniliklere, farklılıklara (insanlar,
koşullar, fikirler) daha açık, belirsizliğe daha tahammüllü yaptığı; kaygılı
bağlanmanın ilişkilere asılmasına, aşırı talepler ve sürekli onaylanma ihtiyacı
ile yakın ilişkilerini baltalamasına; bağlanmaktan kaçınmanın da yakınlığa
geçit vermemesine yol açtığı izlenmiş.
Benden olan ile sınırlı olmayan empati ve merhametin,
kendi ilişkilenme biçimiyle büyük stres altında olan bu son iki bağlanma
biçimini gösterenler için mümkün olamadığı.
Kaygılı bağlananlar, etraflarındaki “acıya” daha duyarlı
görünse de asıl dürtüleri, kendilerini yansıttıkları bu acıyı gidererek aslında
kendilerini rahatlatma.
Bağlanmadan kaçınanlar ise çevrelerine çektikleri duvarın
kalınlığından başkasının acısına sağır kalıyor.
Daha sonra, sosyal psikologların çizdiği hiç iç açıcı
olmayan “insanlık hali” resminin gerçeği ne kadar yansıttığını sorgulayan bilimciler,
örgüye bir ilmek daha atmış.
Sosyal psikologların benimsediği görüşe göre kişi ait
olduğu grup dahilindekilere empati beslerken kimliğini daha da pekiştirmek için
“benden olan-olmayan” ayrımını gözeterek grup dışı, farklı birey ve topluluklar
karşısında kayıtsızlıktan başlayarak yargılayıcı, düşmanca davranışlar
gösteriyor. Buna göre empati, merhamet, ait olunan toplulukla (aile, etnisite,
milliyet, din vb.) sınırlı ve kimliği güçlendirerek su üstünde kalma güdüsüne
hizmet etmekten ibaret.
Bu resmin bağlanma biçimleriyle ne gibi bir ilişkisi
olabilir diye sorarak giriştikleri deneye deneklerin bağlanma biçimlerini
anketlerle saptayarak başlamışlar.
Nüfusun (Amerikan) yarısından biraz fazlası güvenli
bağlanırken kalanın kabaca yarı yarıya kaygılı bağlananlarla bağlanmaktan
korkanlardan oluştuğu sonucuna varmışlar.
Empatiyi ortaya çıkaracak senaryolarla devam ettiklerinde
bu dilimlerin kendilerinden beklendiği şekilde cevap verdiği/vermediği
bulunmuş.
Peki. Beyin gerçekten de zihinle (tekrarlanan
davranışlar, kalıplar, alışkanlıklar) değişiyorsa (plastisite), zihni manipüle
etmek kısa süreli davranış değişikliklerine yol açabilir mi diye sormuşlar.
Annelerin erken dönem davranışıyla şekillenmiş hayat,
ilişki okuma biçimi değişebilir mi?
Güvenli bağlanmadan yoksun kalmışların beyninde tek tük
de olsa yaşadıkları emniyet hissini vermiş insanlar, onlarla tattıkları
güvenlik çağrıştırılsa, bunun hemen ardından karşılarına çıkacak, onlardan sırf
empati değil, eylem, yardım da isteyen durumlarda daha cevap verici olabilirler
mi?
Ve olmuşlar.
Yeniden ve rasgele üçe ayrılan deneklerin bir kısmına
güvenli bağlanma çağrıştıran sevgi, kucaklama vb sözlerin ön plana çıktığı bir
metin okunmuş. Bir kısmına ilgisiz bir metin, kalanına da olumsuz duygular
çağrıştıran kelimelerin belirgin olduğu bir parça.
Bağlanma biçimlerinden bağımsız olarak ilk grup, hemen
ardından yüzleştirildikleri senaryoda kayda değer biçimde daha yüksek empati ve
merhamet sergilemiş.
Yani annelerimiz nasıl olmuşsa olsun, güvende olduğumuz,
sevilip onaylandığımız duygusunu sadece imgeleyerek veya bunları ön plana
çıkaran çevrelerde bulunarak kalıbı, zinciri kırabiliyoruz. (Medyaca
bombardımanına tabi tutulduğumuz, savaş, çatışma, şiddet resmi bunun ne kadar
tersi!)
*
Kitap, Dalai Lama ile çeşitli disiplinlerden bilim insanlarının
her yıl bir hafta boyunca Dharamsala’da bir araya gelerek Budizm ile psikoloji,
nöro bilim vd.nin yan yana konulduğu toplantılardan birinde ortaya konan
görüşlerin derlemesi.
Amaç, görünürde farklı bu iki alanın, Budizm ile bilimin
örtüştükleri, birbirlerine söyleyecek, dillerine tercüme edilebilecek şeyler olup olmadığına bakmak.
Fareler, bağlanma biçimleri, empati/yokluğu konusunu
sunan bilim adamına Dalai Lama’nın yanıtı Budistlerin çok disiplinli, sürekli
zihin eğitimi ile oluyor.
Deneylerde öne çıkarılan sözcüklerin (psikolojide bu
tekniğe priming adı veriliyor)
karşılığı, Budist rahiplerin tekrarladığı düşünceler (sözgelimi güne başlarken
söyledikleri “Bugün yapacağım her şey, canlı varlıkların yararına olsun”) ve imgeledikleri,
temel bir güven ve bağlanma hissini pekiştiren Buda gibi figürler.
Bilimciler sözle yetinir mi? Alet edevatlarını
topladıkları gibi Dharamsala’da kendi halinde meditasyonuna dalmış (Dalai Lama’nın
epey dil dökmesiyle rıza gösteren) keşişlerin başlamışlar beyinlerini taramaya.
Sonuç bir kez daha beynin çevre ve bunu süzen zihin
tarafından fizyolojik, nörolojik olarak yeniden biçimlendirilebilir olduğunu
göstermiş.
Umut verici.
Ancak zurnanın burada da zırt dediği bir “delik” var:
Dikkat.
Niyetli, bilinçli, yönlendirilmiş, uzun süreli dikkat.
Beyni kalıplarından, kendini patolojisinde durmadan
tekrardan kurtararak yeniden biçimlendirecek araç bu.
Beynin değişebileceği, zihinle yeniden biçimleneceğinin,
dikkatin binbir parçaya bölünüp verimsizleşerek ziyan olup gittiği bir çağda
kanıtlanması kaderin hınzır bir cilvesi değil mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder