5 Ağustos 2012 Pazar

TAMAM MI?

Neredeyse anadan üryan oturduğum çevirinin başından doğruldum. Aşağıda bu kez benim adımı haykıran sentetik hasır şapkaya elimi kaldırıp bağırmasına gerek olmadığını belirttim. Perdesiz camın önünde dikilip şortu ayağıma geçiriyordum ki “Ah! Uyandırdım mı?” diye seslendi. Cevabı beklemeden merdivenlere atıldı. Çocukların (ve Tarzan ile Jane’in) ağaç evlerine çevirdiğim dağınık çatı odasının halinden hafifçe bir utanç duymalı mı? Bunu baskını yapana bırakmaya karar vermeme kalmadan karşımdaydı.

Bitişik çatıların çoğu paslı güneş enerjileri, çanak antenleri kalabalığı ötesinde uzanıp giden doğu koyuna, adalara, dönüp, önümüzde tabak gibi açılan batı koyu ve neredeyse yanak yanağa olduğumuz Toroslara çepeçevre baktı. İçten bir hayranlık nidası koyuverdi.

“Geçen gün için kusura bakma demeye gelmiştim” dedi. “Çok tepem atmıştı adamlara. Sizin uygulamayı da yanlış anlamışım, yapabileceğin bir şey yokmuş.”

Sonra, musluksuz çeşmeden gürül gürül yalağa akan dağ suyu misali debili konuşmasıyla arkadaşı bir Avustralyalı çiftin akşam kıyıda yapacağı meditasyon tanıtımına gelmemi söyledi. “7’de, tamam mı?”

Dışadönüklerin önermeyen, bildiren buyurganlığı. Gayet doğalca ama. Başka bir şey bilmediklerinden. (İçedönüğün ilişkilerde pek az spontan olduğundan, ani uyaranlardan ürküp daha fazla zamana ihtiyaç duyduğundan bihaber olduklarından.)

Ağzına baktım. Verirken büzülüp alırken açılan bir ağız değildi. Hep aynı açıklıkta görünüyordu. Cömert bir yutuculuk! Sahibi de öyle.

Böylelerine kızamayacağımı fark ettim. Açık pencereden içeri boşalan öğle güneşi gibiydi, bastırıveren yağmur. İyi niyetli, dibi temiz ve kapı-duvar, sınır bilmez.

Bana düşen maruz kalmaktı.

Güldüm. “Tamam” dedim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder