Yılın yarısını
geçirdiğimiz buraya geldiğimizde babamın başlattığı geleneği sürdürüyor,
markete avans veriyoruz. Bizim defter veresiye değil, alasıya.
Defterleri atmadık. İlki (bir gazete eki cep ajandası) 2008’den. Kullanmakta
olduğumuz 2015’ten. 1 ila 4 kişinin bakkal hesabı 6-7 ayda 1-2 bin TL. Tüp gazın
80-85 lira olduğu çağlar. Enflasyonun bir etkisi, zaman algısını künefe
peyniri gibi sündürmesi. Tüp gaz şimdi-lik (bugün bile diyemiyoruz artık) 480
lira.
Hafta başı yola çıktığımda
benzin 20 küsurdu, aşağı yukarı yarım depoyu 365, 450, derken dün 540 liraya
doldurdum.
Anlamlandırabilmek, takip,
bütçe elimizden çıktı. Pahalı ne, ucuz ne, bilemez olduk. Dilimiz bile
dolanıyor. İnsanlar artık paradan sıfırlar atılmazdan önceki gibi milyonlar,
milyarlar ile konuşuyor.
Enflasyonun bir etkisi de
pandeminin hemen ardından daha da körüklediği kaygı. Yoksul, orta halli demeden
pençesine alıyor. Yoksulun kronikleşen varoluş kaygısını ezildikçe ezilen orta
halli, ufukta belirip hızla üzerine gelen bir afet olarak hissediyor.
Zaten güvencesiz bir
toplumken bu durumun enflasyonla akutlaşması davranışlarımızı da belirliyor.
Sınır tanımazlığımız, hak bilmezliğimiz yerini keskinleşen bir “ez ki
ezilmeyesin” düsturuna bırakıyor.
Birbirimize “Biz ne zaman
böyle kötü insanlar olduk” diye soruyoruz. Hoyrat, başkasına duyarsız, sevgisiz.
Ezende de ezilende de
derin bir yapayalnızlık hissi. İşlerse orman kanunlarının işlediği bir cengelde
tek başınalık.
*
Alasıya defterini rastgele
açtığımda karşıma çıkan “Yoğurt, tereyağı vs 16,75 TL” satırını (2014) ne
gerilerde kalmış masumiyet çağından inanılmaz bir sada olarak işitiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder