Ben bir boy gidene kadar o üç boy yapmıştı bile. Şapur şupur, suları döve döve, soluk soluğa. Bir patırtı bir telaş. Yarışmıyoruz dedim içimden. Onun için ikimizi yan yana getirmeyeceğim. Sudaki davranışlarımızı kıyaslamayacağım. Sadece kendi elimdekileri kumlara sıralayacağım.
Denizin en yavaşı benim.
Sularla didişe boğuşa yüzenleri geçtim, ağırbaşlı yaşlıları da öyle, suya
düşmüş bira şişeleri, cips paketleri vd çerçöpten bile aheste olabilirim.
10-20 metrelik hızlı bir
başlangıcın ardından kesintisiz ve istikrarlı bir tempoda (larghetto)
kalıyorum. Yüzüşüm kurbağalama kulacıyla bisiklet bacağı bir karışım (paletle
kurbağalama zamanından kalma). Hükmünü gevşeten yerçekimiyle birlikte yüzme ile
uzay yürüyüşü karışımı oluyor bu.
Ama gevşeyen sadece
yerçekimi değil. Zaman algısı da temponun peşi sıra seyreliyor. Zihnin geri
planında, tıpkı yerçekimi gibi o da, kıyaslama olmadıkça normal bildiğimiz baskısından,
ağırlığından çözülüyor.
Tempo düştükçe beden, zihin,
ruh hafifliyor. Zaman uzayıp gidiyor. Mesafe de peşinden.
Bak, dedim yanımdan
dördüncü kere geçen alı al moru mor yüzücünün arkasından, ben daha köşeye
varmadım, sense enerjini de alanını da tükettin bile. Şu birkaç dakikada sonuna
geldiğin uzunluğa neler neler döşüyorum, bir bilsen. Çağrışımlar, çakan anılar,
sessizlik, boşluk, enginlik, kendiliğinden sökün eden bağlantılar sonra, bazen
çözümler, yeni bakışlar, nice içgörü. (Yavaşlığın büyüteç, hatta mikroskop
etkisi.)
Yavaşlıkla zaman ve
mesafeler ne kadar bereketleniyor. Günde en az bir saat, bize hissettirilen,
dayatılan, geçerli ve arzulanır bildiğimiz, kıymeti kendinden menkul bir hız algısından
azadeyim.
Koşmuyorum, uzayımda
süzülüyor, süzüldükçe onu da büyütüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder