Sabah vakti, akşamüzeri, tepelerin ardında bulut mu, pus mu, yangın havası mı ayırt edilemeyen şeritler oluyor, gündoğumu ya da batımının renklerine bürünüyordu. Gözümüz yetersiz kaldığında burnumuzu kullandık, güçlü nefeslerle kokusunu almaya çalıştık. Bazen zararsız da olabilecek bir odun kokusu bazen hiçbir şey.
Akşamları ışığın takatini
iyice yitirip sönükleşmesiyle geldi birkaç gün. Yığılıp kalan ağır bir hasta
gibi dedim.
Göğün feri, aynası
denizinkiyle birlikte söndü, biri bulandı, diğeri kansız cansız uzanıp gitti.
Su dün ağır bir yağ
tabakasıyla harelendi.
Bugün yeniden o koyu
lacivert, duru. Göğün mavisi tam arınmasa da daha alışılmış.
Her şey olur, değişir,
geçer der gibi: İnsanlaştırmaya gerek yok. Felaketi bile. Belki de asıl
felaketi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder