Komşu, bahçesindeki iki
koca palmiyeyi hibe etmeye, olmadı kesmeye karar verdi. Pislik yapıyorlarmış.
Alacak birilerini bulmuş,
bir sabah dev bir vinç kapıya dayandı. Bir kepçe de arkadan dolanıp ilk ağacın
dibini kazmaya girişirken yolundaki iki ufak meyve ağacını devirdi. Bahçe
tarumar olmuştu ki derinleşen çukurunda direnen palmiye ile vinç arasındaki
elektrik hattı dikkat çekti. İdareye dilekçe verilmeliydi. Elektriğin
kesileceği güne kadar araçlar çekildi.
İlk palmiye destekle ayakta
dura dursun, ön taraftaki selvinin, onun çıkarılıp vince taşınmasına engel
olacağı görüldü. Yoldan kaldırılmalı, kesilmeliydi.
Elektriğin kesildiği gün
canhıraş kıyım kaldığı yerden olanca hoyratlığı ile saatler sürdü. Selvi
kesildi. Gövdesi yol kenarına uzatılıp, ağzında sigara, elinde testere,
adamlardan biri tarafından doğrandı.
Neden sonra palmiye penceremin
önünden havadaki top köküyle geçti. Bunca stresi atlatırsa dikildiği yere
tutunmak üzere. Gidenler ise gitti.
Geride sessiz çığlıklar
gibi kırık dallar, yapraklar, köklerden dökülenler, iki büyük çukuruyla altüst toprak ile bir savaş meydanı
kaldı.
Komşu yorulmuş bitmiş ama
memnun görünüyordu.
Değdi mi, dedim.
Mecbur gideceklerdi, dedi.
“Çok uzadılar, allah vermesin, üzerimize devrilirlerdi.” Onca örselenmeye dayanmış
gövdeden geriye kalan derin çukur oracıktaydı. Üstelik madem boy atan palmiyelerin
devrilme tehlikesi vardı, dikildiği yerde ne olacaktı? Baktı, bu pek züğürt
tesellisi oldu, sürdürdü:
“Hem mevsimi geliyor,
tozuyacak, sonra da şu meyvelerini dökeceklerdi. Pislik, kıyamet?”
Kaç yıllıktı ağaçlar?
20-30? İlk defa mı tozuyacaklardı?
Aldous Huxley, inandırıcı
olmak istiyorsanız eyleminize tek bir gerekçe gösterin, demiş. Yoksa
sıraladıklarınızdaki bahane kokusu ortaya çıkar.
Ben öyle istedim, oldu!
Kötü bir insan değil
komşu. İyiliğimi gözetmiş, gözeten biri.
Canı can bilmediğinde
vicdan sızlamadan, eylemi sorgulamadan eylemenin çok sıradan bir örneği.
Kesilen selvi baştan odun sınıfına sokulmuşsa ardından iç sızlar mı?
Canın can sınıfından
çıkarıldığı (baştan bu sınıfta görülmediği) an ve yerde yıkım, kıyım, çiğneme
normalleşiyor. Tür, sınıf, millet, din, ırk.. fark etmiyor.
*
Bu sabah yürüyüşte güzelim
yaprakları güneşte ışıl ışıl palmiyelerin önünden geçtikçe başım önüme eğildi.
Sonra birden İsa’nın son
sözü aklıma geldi:
“Onları affet baba, ne
yaptıklarını bilmiyorlar.”
Doğru değil mi? Yıkarken,
kıyarken, ezerken biliyor muyuz ne yaptığımızı?
Yaptıklarımız
yapmadıklarımız, düşündüklerimiz düşünmediklerimiz, söyleyip söylemediklerimizle
içinde debelendiğimiz ortamlar, kültürler, uygarlıklar bizlerden oluşma
değilmiş gibi yaklaşırken biliyor muyuz?
Değilmiş, biz ve bizim
gibi olanlar asude istisnalarmış gibi hep başkalarını yargılarken?
Selvi giderken penceremin kenarına bırakmış