James Nestor’un kitabında en hoşuma gidenlerden biri de insanın evrimini nefes açısından özetlerken yarattığı izlenim oldu. Düzenli bir dalganın yumuşak eğrisi misali bir hızlı çekimle;
İki ayak üzerine
kalkışımız
Ellerin kullanımı
Homurtu ve çığlıktan dile
geçiş
Konuşmayı mümkün kılacak
değişim ile larenks geri itilirken yüzün buna göre şekillenmesi
Geri giden çene, yüzden
kalkarak daralan burun
On binlerce yıldan geçerek
300 yıl öncesine geliş
Ateşin keşfi ve yiyeceklerin
pişirilerek yumuşatılmasıyla başlayan çene yapısının gücünü yitirmesinde
işlenmiş gıdayla girip bugüne geldiğimiz yeni yol.
Evrim artık “koşullara en
uygun olanın hayatta kalması” anlamına gelmiyor saptamasına katılmamak mümkün
değil. Evrildiği bu yeni yönün ismi de varmış; dysevolution -nasıl
çevirsek? Natekamül?
Hızla edindiğimiz lapacı
çeneler ve nefes yollarının, her şeyin her şeyle bağlantılı olduğu
organizmalarımızda anatomik ve fizyolojik olarak yol açtıkları saymakla bitecek
gibi değil.
Çarpık, çürük dişlerden
tıkalı sinüslere, kemik kaybından alerjilere, astım, uyku apnesi, ajitasyon,
dikkat eksikliği, enflamasyon, bağışıklık zaaflarına, organik paslanma olarak
adlandırılabilecek, hücre oksijenlenmesinde bozukluklardan kaynaklanan kanser
türlerine.
Gereği gibi nefes alıp
vermez olmanın bedelleri.
Yol ayrımı da nefesin
burundan ağza geçmesiyle başlıyor.
Olması gerekenden bu
kopuşu kitap boyu çağlara göre kafatası kıyaslamalarından (Paris katakomblarına
bu sırada iniyoruz) güncel değerlendirmelere bir lunapark treninde yolculuk
eder gibi izliyoruz.
Durum bu ve hiç, hiç iç
açıcı değil. Hele şu pandemi döneminde!
Çareler?
Üçüncü yazıya.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder