27 Şubat 2021 Cumartesi

PRİENE

Kıyılarından gelip geçerken aklım hep onlara gidiyordu. Didim, Milet, Priene. Antik çağın üç güzeli. 

Bu sefer, hadisene sapıver Priene’ye dedim. Menderes Ovasını bir fermuar düzlüğünde ikiye yaran yeni yoldan ayrılıp ırmakla birlikte kıvrılıp bükülen eskisini tuttum. Birkaç kilometre sonra girişindeydim.

İyonya’nın bu parlak yerleşimleri konumlarıyla da farklılaşır. Didim Apollon Tapınağından sorulur. Miletos ovada yayılır. Priene bir vakitlerin denizi olan, sonra Meander Nehriyle dolup verimli bir tarım alanına dönüşen düzlüğe tepeden bakar. Milet’ten daha küçük olsa da onun gözüdür sanki. Bakar. Görür. Tıpkı kentin tanrıçası Athena gibi.



Buralar, bir zamanlar aralarında mekik dokuduğum sit alanları, antik kentler, üstünden otuz yıl mı geçivermiş, eskiden yaşadığım yerlere dönmek gibi. Aşinalık, kuru yufka ekmeğini bir fiske suyla yumuşatıp yenir hale getirmek misali, gözüm ile ayağımın bir değişiyle canlanıyor, yüreğim hop ediyor. O vakitlere dönüyorum. Turist kafileleri, yazın sıcağı, soluk aldıran rengarenk baharlar.

Yamacı tırmanan dik, zeminle beraber dalgalanarak düzenini kaybetmiş basamaklarsa üst üste anılardan önce bedenimin şimdiki yaşına dokundu. Hayret, bunlara keçi gibi tırmanmışım demek; sezonun biriken yorgunluğunu tabii hatırlıyorum ama hiçbir yer kendi yoruculuğuyla nakşolmamış.

İşte yeniden, “Şurada ilkokula giderdim, burası ilk aşık olduğum yer, beride yeni çıkmış ekmeğinin kokusu burnumda fırın” der gibi karıştım taşlara, izlere, aralarını günün bitki örtüsü, renkleri, havasıyla dolduran doğaya.

Doğruca tanrıça katına, Athena Tapınağına çıktım. Sırtını yalçın Mykale Dağına dayamış, kadınlığın dişilik, anaçlık yanlarına mesafeli, keskin bir görüş, zaaflara pek metelik vermeyen akıl ile ayağı yere sağlam bastıran Zeus kızına selam ettim. Kim demişti; geçmiş-şimdi, pek çok inanç açısından her birimiz tanrı tanımazız. Tapınmasam da Olimpos'luların gönlümde yeri ayrı. Bana çeşit çeşit hallerimde beni anlatır, içinden çıkılmaz yanlarıma ışık tutarlar. Hermes’i, Artemis’i, Apollon’u, irili ufaklı kahramanlarıyla hasbıhalimiz iyidir. Athena da aklım benzesin isteyeceklerimden.



Tapınağın ayağa kaldırılmamış sütun tamburları çam iğnesi kaplı çimenlenmiş toprakta yayılıyor, karmakarışık bir araya gelmiş yivleriyle çalkantılı deniz hissi uyandırıyorlardı. “Bak Athena, bir vakitler gözünü ayırmadığın sular şimdi de böyle eteklerinde!”

Taş ve toprak. Yerin eti ile kemiği.

Meclis odasını, yiyecek içecek pazarını dolanıp tiyatroya çıktım. Kış ve pandemi. Tek allahın kuluna burada rastladım. Fotograflarını çekip gitti. Ben kaldım. Dionysos sunağında elimi gezdirdim. Taş protokol koltuğuna kuruldum. Seyirci sıralarında papatyalar oturuyordu. Onlarla birlikte rüzgarı dinledim. Yol boyu ve burada da hiç kesilmeden esti. Gürlüğü, iniş çıkışları, arasına daldıklarının farklı cevaplarıyla ıssızlığı kendisiyle doldurdu.



Sahnelenmiş sahnelenmemiş, insanı içine alan her şey adına ortaya bir reveransla tiyatrodan ayrıldım.



Mısır tanrıları tapınağından da Ovaya baktım. Tarlaların, meyve bahçelerinin, sazlıkların ince bir pus ardında silikleşen sarılı yeşilli bozlu yamalarına. Mykale Dağıyla birlikte Priene’ye nasıl bir fon, nasıl bir kucak. Bu bakışa sevgim hiç değişmemiş.



İçim Priene ile dolu, inip yola devam ettim.

*

Fotolara rüzgarı, sesini, tazelediği havayı da katın.

https://photos.app.goo.gl/kFmSs6x33YEH5PS56


SU GİBİ

Kuzinim hatırlattı.

Annem benim için, esip gürlediğine bakma sen onun, dermiş.

“Su gibidir, girdiği kabın şeklini alır.”

26 Şubat 2021 Cuma

ORMAN KIYISINDA KÜÇÜK BİR YÜRÜYÜŞ

Aldım öten batonumu, solum, kenarı zeytinlik, ormanlık tepeler, sağım karşı yükseltilere uzanan yeşil düzlükler, toprağı papatya kesilmiş boz zeytinlikler, patlamış bademler, rüzgarı mis gibi güneşli havada yürümeye koyuldum. Kuşların sesleri, rüzgarın deliklerine gire çıka çaldığı baston, üfürdüğü ağaçlar, çalılar, hepsi o. Kıvrılıp giden dar yolda etraf tenha, insan gürültüsüz, dinlendirici, diriltici bir yürüyüş.



Kuzeyde süt ailemle olmak, köklü bir kabulün kavi temeline oturan dostluğa, kardeşliğe çoraklaşmaya başlamış ruhumu banmak çatlakları giderici, toparlayıcı oldu.

Damarlarıma renk yürümüş, geri dönerken aile kürüne kuzinlerimle devam etmek istedim. İzmir çevresinin soluk aldırmayan görsel keşmekeşiyle katmerlenen boğucu trafiğini geçip Çeşme yönünü tuttuğumda Balçova’dan itibaren yolun giderek boşalması, kenarındaki yerleşimlerin yerini sık yeşil tepelere bırakması bir kez daha, enginar üzerine içilen su kadar tatlı geldi. Pandemi başlayalı insanlarımla ilk kez kavuşma da öyle.





Şu bir hafta dengeyi hatırlattı.

Bir başınalıkla birliktelik, uyaran ile sükunet, hareket ile dinlenme, gitmekle kalmak arasındaki seçimli dengeyi.

Uzaklaşıldıkça zihni de ruhu da dibe çeker olan dengeyi.



O yerine gelmiş, şimdi sağıma geçen ormanlık tepelerin kıyısından canlı adımlarla geri döndüm.




18 Şubat 2021 Perşembe

SİLGİCİK

Körleşen kurşun kalemlerin ucundaki silgi gibi olmuştum. Katılaşmış, silemez, silecek olsa bulaştırır.

Bana insanlarım gerek dedim, vurdum Kayalar köyüne.

Süt kardeşim ile ikimizin de ablası, zihninden çoktan silindiğim süt anam ve elleri ayakları Şehnaz.

İnternetten allah razı olsun, uzağı yakın ediyor. Ama kıyıya vurmuş balığı andırıyorum biraz, alın beni aranıza, can cana olmak deveranı yükseltsin dedim.



                pisikoterapi

16 Şubat 2021 Salı

BİR NEFES SIHHAT -4

Kitaptan son birkaç not.

James Nestor, solunum konusunda karbon dioksite hakkını veren araştırmacılara hayli yer ayırıyor.

Solunum dendiğinde oksijene odaklanıldığını, oysa hücrelerin oksijen trafiğini düzenleyen karbon dioksitin de bir o kadar üzerinde durulması gerektiğini belirtiyor.

Karbon dioksit seviyesi düşerse ne kadar oksijen alınırsa alınsın hücrelere nüfuz edemediği için insan oksijensizlikten değil, karbon dioksitsizlikten boğulabiliyor!

Karbon dioksit seviyesini düzenleyen etkili bir egzersiz, önceki yazıdaki eşevreli soluma.

*

Hava yollarının işlevselliği anatomik yapısına çok bağlı.

Bunda da çenenin sıkı bir şekilde çiğnemeyle çalıştırılması önemli. Günün birkaç saatini atalarımız gibi sert yiyecekleri parçalayıp kemirmekle geçiremeyeceğimize göre yerine geçecek şeyler düşünülmeli.

Ortodontinin, yarım yüzyıl önce bana uygulanan gelişiminden neyse ki çok daha ilerde olduğu anlaşılıyor. Çenede yer mi yok, çek 3-5 diş, geri kalanı açılan alana güzelce döşe değil, artık çeneyi genişletecek gereçler ve müdahaleler varmış. Üstelik herhangi bir yaşta kemik oluşumunu teşvik edecek kadar da etkili.

Oraya kadar gitmeyenler için Nestor’un önerdiği sakız çiğnemek. Adı sanıyla bizim Falım’ı anıyor, “kösele kadar sert” oluşuyla iyi iş gördüğünü söylüyor. Yoksa damlasakızının da iyi olduğunu. Daha yumuşak çeşitlerinin bile işe yaradığını.

Sakız çiğnemeyi bayağı bulanlara cilveli haber.

*

Burundan şarkılar ve nitrik oksit

Nitrik oksit kılcal damarları genişleten, oksijenlenmeyi artıran ve yumuşak kasları gevşeten dinamo gibi bir moleküldür. Ağız açmadan mırıldanma burun yollarında nitrik oksidin salınımını 15 kat artırır. Bu temel önemdeki gazı artırmanın en etkili ve kolay yoludur.

*

Normal bir şekilde burundan nefes alıp verirken herhangi bir şarkı ya da ses mırıldanın.

*

Bunu günde 5 dakika, mümkünse daha uzun süre yapın.

Kulağa ve size gülünç gelebilir, yanınızdakilerin canını sıkabilir ama etkileri güçlüdür diyor Nestor.

Araştırırken ilginç bir videoya rastladım:


https://www.youtube.com/watch?v=6v-nTRLEXFk


Burun Tıkanıklığını Gidermek

*

Dik oturun ve nefesinizi yumuşak bir şekilde verin, ardından burun deliklerinizi parmak uçlarınızla kapayın.

*

Aklınızı nefes tutmaktan almaya çalışın; başınızı iki yana ya da yukarı aşağı sallayın; hızlı bir yürüyüş yapın veya atlayın, koşun.

*

Çok güçlü bir hava açlığı duyduğunuzda burundan çok yavaş ve kontrollü bir nefes alın. (Burun hâlâ tıkalıysa dudaklarınızı büzerek usulca ağızdan nefes alın.)

*

Bu sakin, kontrollü solumayı 30 saniye olmak üzere 1 dakikaya kadar sürdürün.

*

Teşekkürler James Nestor.

Uyarım ve yatışmada nefesi hatırlamak, üzerine biraz daha etraflı bilgi edinmek yararlı oldu.

BİR NEFES SIHHAT -3

Burun burun burun

Bozulan solunum alışkanlığını düzeltmenin ilk adımının burundan nefes olduğu anlaşılıyor.

James Nestor’un ağızdan solunumun nerelere gideceğini görüp göstermek için girdiği deneyde burun içi ve üst solunum yolu görüntülenip çeşitli testler yapıldıktan sonra burun deliklerine silikon tıkaçlar yerleştirilip işi iyice sağlama almak üzere burnu bir de bantlarla kapatılıyor.

10 gün, 240 saat boyunca sadece buradan nefes alıp vermek üzere ağzını açıyor.

Sürekli kontrol edilen uykusu hızla bozuluyor, apne ile sıkça kesintiye uğruyor, horlaması artıyor. Nabzı, tansiyonu fırlıyor.

Kabus gibi geçen süre sonunda burun açılıyor. İçi görüntüleniyor. Sonuç tam bir doğal afet yıkımını andırıyor. Flora değişmiş, dokular vıcık vıcık.

O kadar kapalı kalan buruna dönmek çok kolay olmuyor. (“Burundan solunum burundan solunumu, ağızdan solunum ağızdan solunumu çeker.”) Ama buruna geçişle birlikte değerleri hızla düzeliyor.

(Ağzı kapamanın, alışkanlıkla açmamanın önerdiği basit bir yolu gece yatarken dudaklarınızı -en kolayı “Hitler bıyığı benzeri” pul kadar bir bantla -ör. kahverengi pansuman bandı- kapamak.)

Kanal değiştirmek zahmetli, eziyetli olabilse de çabaya değer.

Ben sadece değil ama sıklıkla burundan nefes alıyordum. Nefes nefese kaldığımda ağzımı açmak doğal geliyordu.

Bunun şart olmadığı kadar verimli de olmadığını kitaptan öğrendim.

Yürüyüş rotalarımdan birinde dik ve/veya uzun altı rampa var. Hızla çıktığımda ağzımı açtığım yerlere bu kez çenemi kapayıp vurdum ve evet! Kalbim hızlansa da zerre kadar hava açlığı duymadım.

Peki flüt çalarken?

Sadece ağızdan alıyordum -böylesi hem hızlı hem sessiz. Biraz çabayla değiştirdim. Aynı hız ve sessizliğe gelebilmek yeni bir zamanlama ve kontrol gerektiriyor ama hava açlığı hissetmemek şöyle dursun, nefes aralarının açıldığını hayretle gördüm.

*

Solunumu buruna geçirmek ilk adım. Bunu ihtiyaca göre çeşitli soluma yöntemleriyle zenginleştirmek izliyor.

Burada burun iki deliğine ayrılıyor.

Sol delikten alıp verilen nefes sakinleştirici, sağ delikten girip çıkan ise kamçılayıcı. (Yoga, meditasyonda standart bir uygulama bu ikisi arasında gidip gelmek.) Burun delikleri biz onlarla bilinçli olarak uğraşmasak bile birbirlerinin peşi sıra açılıp kapanarak kendi döngülerini yaratıyor.

Burada da ilginç bir deneyimim oldu. Yatarken hangi tarafımıza yatmışsak karşı tarafın burun deliği açılıyor, üzerine yatılan kapanıyor. Uykuya sol tarafıma yatarak dalarım. Öğle uykularında bir süre sonra çarpıntı ile uyanıyordum. Sağ burun deliğinin ateşi körüklemesindenmiş! Sağ tarafımda uykuya geçmeye başlayalı çarpıntı kayboldu.

*

Birkaç tüyo?

Kitaptan:

Eşevreli soluma

Kalp, akciğerler ve dolaşımı organların tepe etkinlikte çalıştığı bir uyum haline getiren sakinleştirici bir uygulamadır. Bundan daha temel ve basit bir teknik daha yoktur.

*

Dik oturun, omuzlarınız ve karnınızı gevşetin ve nefesinizi verin.

*

Yumuşak bir şekilde 5,5 saniye boyunca hava ciğerlerinizin alt kısmını doldururken yumuşakça nefes alın.

*

Ara vermeden 5,5 saniye boyunca yumuşak bir şekilde nefesinizi verirken ciğerleriniz boşalınca karnınız içeri çekilsin. Her nefes bir döngü hissi vermelidir.

*

10 kez, mümkünse daha fazla tekrar edin.

(Nestor’un önerdiği My Cardiac Coherence uygulamasını indirdim. Bu egzersiz için zamanlayıcı ve görsel rehber sunuyor. Sabah, öğle, akşam 5’er dakika yapıyorum. Nabzımı yüzeyden derine aldı. Çok sakinleştirici.)

*

Kutu Solunumu

Deniz komandoları stresli durumlarda sükunet ve dikkatlerini korumak için bu tekniğe başvurur. Basittir.

*

4’e kadar sayarken nefes alın; 4’e kadar sayıncaya dek tutun; 4’e kadar nefes verin; 4’e kadar tutun. Tekrarlayın.

Nefesin daha uzun süreli tutulması daha güçlü bir parasempatik karşılığa yol açacaktır. Kutu Solunumunun bedenin daha derinden gevşemesinde özellikle uykudan önce etkili olan bir çeşitlemesi şöyle:

4’e kadar sayarak nefes alın; 4’e kadar sayarken tutun; 6’ya kadar sayarak nefes verin; 2’ye kadar tutun. Tekrarlayın.

En az 6, gerekiyorsa daha çok kez tekrarlayın.

 

4-7-8- Solunumu

Dr. Andrew Weil’in meşhur ettiği bu teknik bedeni derin bir gevşeme haline sokar. Uzun uçuşlarda uykuya dalmak için bunu kullanırım.

*

Nefes alın ve ağzınızdan bir uhh sesiyle verin.

*

Ağzınızı kapayıp içinizden 4’e kadar sayana dek sakince burundan nefes alın.

*

7’ye kadar sayana dek tutun.

*

Uhh sesiyle 8’e kadar sayana dek ağzınızdan ve bütünüyle verin.

*

Bütün döngüyü en az 4 nefes alıp veriş boyunca tekrarlayın.

Weil’ın tekniği adım adım gösterdiği YouTube videosu dört milyondan fazla izlenmiş. www.youtube.com/watch?v=gz4G31LGyog

15 Şubat 2021 Pazartesi

BİR NEFES SIHHAT -2

James Nestor’un kitabında en hoşuma gidenlerden biri de insanın evrimini nefes açısından özetlerken yarattığı izlenim oldu. Düzenli bir dalganın yumuşak eğrisi misali bir hızlı çekimle;

İki ayak üzerine kalkışımız

Ellerin kullanımı

Homurtu ve çığlıktan dile geçiş

Konuşmayı mümkün kılacak değişim ile larenks geri itilirken yüzün buna göre şekillenmesi

Geri giden çene, yüzden kalkarak daralan burun

On binlerce yıldan geçerek 300 yıl öncesine geliş

Ateşin keşfi ve yiyeceklerin pişirilerek yumuşatılmasıyla başlayan çene yapısının gücünü yitirmesinde işlenmiş gıdayla girip bugüne geldiğimiz yeni yol.

Evrim artık “koşullara en uygun olanın hayatta kalması” anlamına gelmiyor saptamasına katılmamak mümkün değil. Evrildiği bu yeni yönün ismi de varmış; dysevolution -nasıl çevirsek? Natekamül?

Hızla edindiğimiz lapacı çeneler ve nefes yollarının, her şeyin her şeyle bağlantılı olduğu organizmalarımızda anatomik ve fizyolojik olarak yol açtıkları saymakla bitecek gibi değil.

Çarpık, çürük dişlerden tıkalı sinüslere, kemik kaybından alerjilere, astım, uyku apnesi, ajitasyon, dikkat eksikliği, enflamasyon, bağışıklık zaaflarına, organik paslanma olarak adlandırılabilecek, hücre oksijenlenmesinde bozukluklardan kaynaklanan kanser türlerine.

Gereği gibi nefes alıp vermez olmanın bedelleri.

Yol ayrımı da nefesin burundan ağza geçmesiyle başlıyor.

Olması gerekenden bu kopuşu kitap boyu çağlara göre kafatası kıyaslamalarından (Paris katakomblarına bu sırada iniyoruz) güncel değerlendirmelere bir lunapark treninde yolculuk eder gibi izliyoruz.

Durum bu ve hiç, hiç iç açıcı değil. Hele şu pandemi döneminde!

Çareler?

Üçüncü yazıya.

14 Şubat 2021 Pazar

BİR NEFES SIHHAT

Bir kitap okudum, burnum açık kaldı!

Çok yabancısı olmadığım bir konuda araştırmacı James Nestor’un peşine takıldım. Konuya bir de onun kitabı Breath: The New Science of a Lost Art ile dokundum.

Nefese.

Nestor tıkalı sinüsleri, alerjileri, ağız yapısı problemleri, soğuk algınlığına yatkınlığıyla kendini tipik bir nefessiz olarak tanıtmakla başlıyor. Bir tavsiyeyle fazla bir şey ummadan parasız bir nefes dersine katılıyor. Pek ilgisiz. Söylenenleri yapar, bir yandan katılımcıların karikatürünü çıkarırken vücudunun birden ısındığını, açıldığını hissedip şaşırıyor.

Uyanan ilgisi, merakı izleyen on yıl içinde onu konunun kapsamlı araştırmasına dalanlara verdiği ismi nefesnot (nefes yolcusu, astronot gibi, pulmonaut) olarak çevirdiğim kişilerle yol arkadaşı ediyor.

Nefesnotlar bu kadar yaşamsal bir işlevin sadece bozukluklarına eğilmeyen, günün tıbbi uzlaşmalarının dışına çıkarak nefesin olanakları ve sınırlarını araştırırken tarih öncesinden kadim geleneklere uzanan işinin profesyoneli insanlar. Antropologu, ortodontisti, doktoru. Ya da yolunu kendi açanlar. Olimpiyat şampiyonları, operacı eğitiminden yatalak hastaları ayağa kaldırmaya diyaframı akıl almaz biçimlerde kullanan koro şefleri. Önce şarlatan denmiş, sonra baş köşelere buyur edilmiş, derken unutulup gitmiş, bugün söylediklerine yeniden dönülen potansiyel çığır açıcılar.

Nefes ile uğraşmanın böyle tuhaf bir tarihi olmuş. Bedenlerimizin doğal olarak bildiği yeniden keşfedilmiş. Ardından modern zamanların yanlış oturan yeni alışkanlıkları arasına kaynayıp yine unutulmuş. Kitabın alt başlığı da ondan:

Kayıp Bir Sanatın Yeni Bilimi.

Nestor, Stanford Üniversitesiyle iş birliği içinde kendini denek ediyor.

İlk ulaştığı, kendisinin de bir örneği olduğu olgu: Nasıl nefes alacağımızı unuttuğumuz, bilmediğimiz.

İkincisi, burundan solunumun sağlığı.

Duyduğumuz şeydir. Burun havayı ısıtır, nemlendirir, süzer, akciğerlere zarar vermeyecek şekilde iletir.

Öyle mi yapıyoruz? Büyük çoğunluğumuz çoğunlukla hayır!

Böylece burun deliği Alice’in tavşan deliğine dönüşüyor ve kıvrımlarından kendimizi Himalaya mağaralarından Paris katakomblarına, ölmeye bırakılmışların koğuşlarından bitiş çizgisini herkesten önce göğüsleyen atletlere tarih senin, coğrafya benim dört bir bucakta buluyoruz.

James Nestor beni her alanda cezbeden tutkulu zihinlerden. Enine boyuna sarıldığı nefes konusunu berrak bir sürükleyicilikle sunuyor.

Konu geniş. En iyisi kitabı okumak.

Okumayacaklar için ise devam edeceğim.

13 Şubat 2021 Cumartesi

BİLİNÇALTININ KODLARI

İlerden bugünlere bakıldığında ruhsal olarak yaşadıklarımıza bir ad verilir herhalde dedim. Kendimizce hiçbirimiz az şey yaşamıyoruz.

Ben buna bilinçaltı kodlarla yüzleşmek diyorum dedi arkadaşım.

Evet. Derinlerde kodlanmış, hayatın hayhuyuyla örtülmüş, biçim değiştirmiş, uygunluk filtrelerinden geçirilmiş endişe, kaygı, korkuların hareketin bastırılması, sosyalleşmenin sınırlanmasıyla kendilerini hissettirdiği, dişlerini gösterdiği bir zaman.

Şeker kılıfı sıyrılmış, ilacın acısıyla baş başasın.

*

Tam da çekap yaptırırken şifayı kaptım. Soğuk algınlığı. Bedenin dengesi bozulduğunda savaş-kaç-don kal seçeneklerinden bende sonuncusu işliyor. Bedenime ben bozdum, sen onar der gibi aradan (uykuya) çekiliyorum.

Virusu kapsam ondan önce bu şiddetli hareketsizliğim beni öldürür. Açlık, susuzluk.

Pandemi koşullarında rahatsızlık, Ahmet Altan’ın (hapislik halini) benzetmesiyle denizin dibinde bir de denizaltında olmak gibi.

Kilit üzerine kilit.

Pandemi zamanını ben bir yaşlılık, elden ayaktan düşme simülasyonu olarak alıyorum. Yalnızlık, güçsüzlük, sönmek üzere bir fitil hali.

Uzaktan, hafif ama neyin ne olacağını göstermeye yeterli belirginlikte bir.. aşılama?

*

Zihnim uykunun katları arasında dizginleri elden kaçırmış, kimi işkence derecesinde gelip gelip takılan düşünceler gemi azıya almış. Zamanın dışına savrulmuş, hiçbir şey anlamadığım sorunları çözmeye çalışarak bir yandan diğerine dönüp duruyordum. Kafamda kör sessizlik anları hariç birkaç istasyon birden açılmış, zorla dinletilir gibi. Cümle parçaları. İri punto -Almanca!- fiiller, komutlar, fısıltılar.

Moderatörü kalmayan, bir boşlukta çalkalanan bu hengame, “ben” dediğin, üzerine neler neler bina ettiğin şeyin daracık bant genişliğini ortaya koyuyor.

Ve bu Ben’in gücünden, egemenliğinden, sağlığından, bütünlüğünden, nihayet varlığından olma olasılığının senin ona imanının ne kadar üzerinde olduğunu.

Yine elbette uzaklardan (geçirdiğin üst tarafı soğuk algınlığı) ve akut bir krizden kim bilir ne kadar hafif. Ama neyin ne olacağını göstermeye yeterli belirginlikte.

*

Uyku maratonu bitti. Bedenim, buyur, dedi. Hallettim ama zorlama, denge tutsun bir.

Kalktım ve kedinin arka ayaklarından güç alarak avına doğru fırlaması gibi, kaybolduğum loşluklardan hayatın pandemi altındaki ışığına döndüm.

12 Şubat 2021 Cuma

CHICK COREA

Müzisyenler de ölür. Ama işte elim böğrümde, sen de mi Corea dedim kaldım.

Kulağımda apayrı yeri olanlardandı. Pınar gibi bir müzisyen. Cebinde seyyar tulumbası, uçsuz bucaksız bir yeraltı havzası üzerinde dolanır da sanki, herhangi bir yere herhangi bir an daldırdığı enstrümanından gürül gürül su çeker, birlikte çaldıklarına da çektirir gibi.

Zahmetsiz ustalık mı, işte örneği dedirtenlerden.

Ve nasıl da dipten dibe bir çocuksuluk, oyunsuluk hissiyle. Children’s Songs albümüyle uğurladım onu.

Saf ve yoğun, bağlantısını hep duyumsadığım o alemden çalışıyla.

Masal yerine/masalla birlikte çocuklarına bu şarkıları dinleten ana babalar eksik olmasın dileğiyle.

Şükranlarımı Crystal Silence ile sundum.

8 Şubat 2021 Pazartesi

GÖNLÜMÜN TAKALARI

Yaz boyu onları pahalı pahalı teknelerin arasından balığa açılırken uğurladım.

Rastgele, bereketle dönün!

Deniz yatlardan boşaldı, onu sefa kaynağı edenlerden ekmek kapısı bilenlere kaldı.

Arkalarında bazen gümüşten bazen altından bir iz bırakarak gölleşmiş koyda yol alışlarını izledim. Yüreğimi okşayan pata patalarını dinledim.

Akşamüzerleri dönüşlerine denk gelmek başka hoş. Kimi barınağa girmek üzere kimi palamarı atmış, rengarenk ağlarını deniz deniz kokarak boşaltadursun, rıhtımda onları ailelerinden bile heyecanla bekleyen kediler, kuyruklarını gövdelerine dolamış, efendi efendi rızklarını gözlerken.

Göz ile hayal benden, takalar onlardan.



Biliyorlar mı bilmem, yol arkadaşı olduk.