Babamın cenazesinden sonra Savaş’ın evinde toplanmıştık. Kuzenlerim, eşleri, çocukları, torunları, eş dost. Dört kuşak insan aktı eve. Yemekler taşındı, yemekler yapıldı. Birlikte yedik içtik, ağladık güldük. İçimi yığıldığı yerden bu hep birliktelik kaldırdı.
Paylaşmak acıyı çoğalttığı
gibi yüzeyi genişletip yaydığı için hafifletiyor da.
“Yalnız değilim!”
Aradan iki yıl geçmedi,
Savaş’ı kaybettik. Ve ben çok ağrıma giden bir kararla gitmedim.
Salgının ortaya koyduğu
bir şey varsa o da insanın temel yalnızlığı. İstediğin kadar ilişkilerini
besle, derinden sev, bağlar değişir, dönüşür, anlamı kayar, uzaklaşır, uzağında
kalır, yiter. Sonuna kadar bir tek sen kalırsın.
Salgının derinleştirdiği
inzivama okyanusu bir başına geçmek diyordum. Mahrum kaldıklarım bir yana,
beni, bakışımı, odağımı güçlendiren bir şey. Ayrıntıları esastan eleyen bir
kalbur.
Solo yas ise ne ağır
geldi! Yanlarında olmamak, bana verdiklerini şimdi onlara uzatamamak. İçime
hâlâ çevrilen taze beton dökülmüş gibi gri, serin, alabildiğine bir ağırlık ve
durup durup çakan sızı.
Sesleriyle yanı başımda
olsalar da fiziksel bir ayrılığın ekranlaştırdığı bir uzaklıkta yine de.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder