Fotografın bir ucunda,
hemen su çizgisinde oturmuş bir amatör balıkçı, karşı köşesinde, açıkta Halas.
Halas dolanır durur
denizlerde. Baktım 1914 Glasgow doğumluymuş. Yüz yıla yakın Boğaz’da vapurluk
ettikten sonra Simaviler almıştı. Onlar da bir işadamına satmış. Sahibi
kullanmadığında kiralanıyormuş.
Kaç kez elden geçmiş ama
endamıyla hâlâ da bir Boğaz vapuru. Belli bir sahnenin belirgin dekoru. Başka
yerleri kendi kalarak yabancılaştırıyor. Ayrıksı olan o değil de orası gibi
yapıyor. İstanbul soyluluğundan o kadar emin. Aradan bu kadar zaman geçtikten
sonra halka hizmet etmemiş de bir kıyısından saraylıymış gibi.
Devran dönmüş. Halkın
yerini burjuvazi almış. Gövdesiyle birlikte tarihi de elden geçirilmiş.
Geldi, bizim koya demirledi.
Günlerdir gözüm onda yürüyorum. Tepelerden, uçtan uca kıyıdan değişen
açılardan, değişken ışıklarda seyrediyorum. Geceleri de ışıl ışıl yanıyor.
Onlarca yıllık yaşamına
giren çıkanların hayaline dalıyorum. Büyük savaşlar, büyük zaferler, çöküşler,
yeniden yükselişler. Zamanın bu geniş çarkı içinde bir solukta gelip geçen insanların hızla dönen ufak çarkları.
Halas’ı balıkçı ile
birlikte çekişimin ertesi bir can daha göçtü hayattan, hayatımdan. Olası ama
beklenmeyen bir ölüm. Sıradan, başarılı bir ameliyatın komplikasyonları haftalardır arafta tuttuğu Savaş’ı
aldı götürdü.
Gönlü, kapısı herkese
sonuna kadar açık güzelim bir ruh.
Sabahları motoruna atlayıp
bizim için incecik açtırıp getirdiği bol susamlı pidelerin sıcağında bir yürek.
Sesi kulağımda, anılar birden havalanan kuş sürüsü misali.
Ruhun huzur bulsun.
Doğru hatırlıyormuşum.
Kurtuluş demekmiş Halas.