Can çekti mi akan sular duruyor. Akıl, sağduyu.
Keyif ya da sıkıntı, düğmesine basıldı mı da can kabına sığmaz oluyor. Bir
sigara, sigaralar. Bir kadeh, kadehler. Bir tabak daha, tabak tabak.
Peynire atılan fareyi kuyruğundan kıstıran aynı
kapan, canı da can evinden vuruyor.
Onu tüketmeli, bunu edinmeli, şunu çoğaltmalı.
Peki al ve sus da denmiyor ki. Dürtü baştan sakat. Susuzluğunu avuç avuç acı
biber yiyerek dindirebilir misin? İçinde açılan korku, kaygı, ruhsal açlık ya
da ölgünlük boşluklarını da canının çektiklerinden örülen bağımlılıklarla
dolduramazsın.
İçindeki ter ter tepinen mutsuz, arsız çocuğu
pişirip olgunlaştırmadıkça yer etmiş davranış dolap beygiri gibi yerinde
dönüyor.
Daraldın mı, uzan, tüket, aldatıcı bir tatminle
soluklan, hemen ardından öncekinden de baskın bir daralmayla canın neyi
çekiyorsa bir kez daha ona teslim ol.
Bu şey uzun vadede canına kast bile etse.
Can cana mı karşı o vakit?
Yoksa maymunu olduğumuz canımız, derdi de
doyumu da bambaşka yerlerde, işitilmek için daha terbiyeli bir kulak, dost
olmak için derinleşmiş bir söyleşi isteyen öz canın şirazesinden çıkmış bir
uzantısından mı ibaret?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder