2 Ağustos 2020 Pazar

CAN VAR CAN VAR


Can çekti mi akan sular duruyor. Akıl, sağduyu. Keyif ya da sıkıntı, düğmesine basıldı mı da can kabına sığmaz oluyor. Bir sigara, sigaralar. Bir kadeh, kadehler. Bir tabak daha, tabak tabak.

Peynire atılan fareyi kuyruğundan kıstıran aynı kapan, canı da can evinden vuruyor.

Onu tüketmeli, bunu edinmeli, şunu çoğaltmalı. Peki al ve sus da denmiyor ki. Dürtü baştan sakat. Susuzluğunu avuç avuç acı biber yiyerek dindirebilir misin? İçinde açılan korku, kaygı, ruhsal açlık ya da ölgünlük boşluklarını da canının çektiklerinden örülen bağımlılıklarla dolduramazsın.

İçindeki ter ter tepinen mutsuz, arsız çocuğu pişirip olgunlaştırmadıkça yer etmiş davranış dolap beygiri gibi yerinde dönüyor.

Daraldın mı, uzan, tüket, aldatıcı bir tatminle soluklan, hemen ardından öncekinden de baskın bir daralmayla canın neyi çekiyorsa bir kez daha ona teslim ol.

Bu şey uzun vadede canına kast bile etse.

Can cana mı karşı o vakit?

Yoksa maymunu olduğumuz canımız, derdi de doyumu da bambaşka yerlerde, işitilmek için daha terbiyeli bir kulak, dost olmak için derinleşmiş bir söyleşi isteyen öz canın şirazesinden çıkmış bir uzantısından mı ibaret?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder