Ne güzel, diyordum. Millet plajına sahip
çıkıyor. Sabahları tek tük insan, kumlardaki tek tük çöpü topluyorduk. Hemen
sonra belediye de bidonları boşaltıyordu.
Günler geçti. Temmuz başladı. Sabah leş gibi
bir kumsala indim. Bidonlar taşmış, yanlarına bırakılan torbalar deşilmiş,
birileri geldikçe şemsiyelerin üzerine havalanan kargalar bayram etmekteydi.
Ortalıkta bira şişeleri, kutular, torbalar, belediye kahvesinden çekilen
sandalyeler. Kalabalıkçaydı da. Suya attım kendimi. Tekneler artmış, bayağı
bulanık.
Olsun. Deniz denizdir. Anında içime biriken
sıkışıklığı açtı. O derinleştikçe nefesim derinleşti. Rahatladım.
Sanki hoyrat bir güruh evine dalmış da diye
geçti içimden, senin olan bir mekanı, senin düzenini tarumar etmiş gibi bu
gerilim. Ve onları engelleyememiş, esenliğini koruyamamışın. Mekan da düzen de
senin değil ama kafandaki “gerek” senin ve döne döne ırzına geçilmişçesine bir
şiddet olarak algılıyorsun. Üzücü, ezici.
Peki evin eş hak sahibi sakini olarak baksan?
Ayrılmak söz konusu değil. Ötekilere kendi gereklerini sunup ikna etmek ya da
zorbalaşarak kabul ettirebilmek de öyle. Kendin gibi sakinlerle ittifak
kurabilirsin en fazla. Temel hijyen konusunda bile birleşemediğimiz
kalabalıktan olabildiğince uzak mı durur? Yoksa bu kaçınmanın “insan hissine” uzun
vadede ve derinlemesine verdiği zararı düşünmeye başlar da farklı bir
ilişkilenmenin yollarını mı ararsın?
O zamana kadar bırak dağılan dağınık kalsın.
Çünkü bak, rahatsızlığının altında bir de düzeltme dürtüsü var. Sisifos’luk ve
her sabah omuzlarına binen o yük! Dağınıklığa, düzensizliğe tahammülsüzlük ya
da duyarsızlaşmaktan başka bir karşılık verebilir misin?
*
Sabah güneşine bulanan sularda böyle sakin
sakin yüzerken karşıda bir hareketlenme dikkatimi çekti. Suları döverek gelen
biri. Tuhaf bir yüzücü daha. Bu sefer bir kadın. Böyle şapır şupur sırtüstü mü
yüzüyor dedim. Anlamam biraz zaman aldı ama hayır. Kurbağalamaydı. Tuhaflıksa
ayaklarında! Topukların birleşeceği sıra bacakları suyun dışına fırlıyor,
ayakları, ıskarmozdan kurtularak, ayalar havada, saplarından denize saplanan
kürekler misali hareket ediyor, kıvranmayı hatırlatan bu bakması acılı hareket
bir GIF imgesi gibi durmadan tekrarlıyordu.
Normalde sualtında kalması beklenen işleyişin
böyle ayyuka çıkması, köklerindeki çürüklerle birlikte bir çene röntgenini
seyretmek gibiydi.
“Günaydın! Sıhhatler olsun. Su ne güzel değil
mi? Yüzmeyi siz de seviyorsunuz.. Şey, şu ayaklarınız.. Suya soksanız daha az
yorulursunuz. Böyle dünyanın enerjisini harcadığınız gibi beni de perişan
ediyorsunuz.”
Seda!
Daha demin ne diyorduk? Kafandaki düzeni bozan
şeylere dünyayı derleyip toparlamak sana düşer gibi tepki duymak, değil mi? Bu
ne şimdi?! Bırak kadını, bildiği gibi çırpınsın -o haliyle senden hızlı yol
aldığını fark ettin mi sahi?
Kendime bir geniz dolusu tuzlu kahkaha ile
sudan çıktım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder