26 Şubat 2018 Pazartesi

TEPKİLER TEPKİLER


Aynı şeylere hep aynı tepkileri vermekten miden bulanır olduğunda durup olana bakmanın vakti demek.

Nesneleriyle (kişiler, memleket, dünya, kendin) hiç oyalanmadan tepkilerinin oluşumuna, işleyişine eğilmenin. Asıl kıyamet orada kopuyor, nesneleri ateşleyici olabilir ama cehennemin fokur fokur kaynadığı yer burası. Kendi içim.

Cevap vermeden seyrettiğimde tepkilerin nasıl çalıştığı belirginleşiyor.

Yenimi, eteğimi, elimi kolumu çekiştiren küçük (ama ne zorlu, zorba) iblisler gibiler. Kibrimin, hayallerimin, arzuladıklarımın, benim-benim-benim incitildiğim, engellendiğim, saldırıya, hakarete uğradığım, ayaklar altına alındığım vehimleriyle sırtımdan olmadık yönlere itiyor, içimi karartıp zehirliyor, zehir de saçtırıyorlar.

Serinkanlı bir açıklıkla düşünmenin, algılamanın yerini alıyor, bakışımı sığ, zorlayıcı bir kendini savunma açısına, sonsuz bir tekrara daraltıyorlar.

İş kendini (kendi memleket-dünya, şu bu tasavvurların elbette dahil olmak üzere) savunmaya gelince de akan sular duruyor, sonra da buz kesiyor. Kendini savunma daima meşrudur. Bunun kendisinin ne kadar –gizli ya da açık- şiddet, saldırganlık barındırdığına bakılmaz. (Hiçbir yerde savaş bakanlığı yoktur değil mi, savunma bakanlıkları ise bütçelerin en iri dilimlerini yer.)

Ellerinde oyuncak olmaktan geri çekilip sadece seyrettiğimde, ötemi berimi çekiştiren tepkilerin, güçlü hislerin, hep aynı ağırlıkla bedenimin aynı yerlerine (ensem, boynum, soluk borum, karın boşluğu) çöken yoğun izlenimlerin ben (bu artık her kim, ne ise) olmadığı netleşiyor.

Durup durup düştüğüm tuzak, bir tepki parladığında, incindiğim, öfkelendiğim, çürük dişime dokunulmuş gibi bir kamaşmayla allak bullak edici bir antipati duyduğumda onu gelip geçmeye bırakacağıma sahiplenip arkasında durmak, kendim/kendimden bilmek. Oysa bu, tabanının aniden karıncalanması, sıcak basması, kabız ya da ishal olmaktan farksız; bünyenin, koşulların, koşullanmaların rastgele ama öngörülebilir bir sonucu. İshal olduğumda bunu bir kendilik sorunu, nefsi müdafa haline getiriyor, kat kat öykülerle sarıp sarmalıyor, meşru görüp göstermeye çalışıyor muyum? Hayır. Gereğini yapıp sifonu çekiyor, heladan çıkıyorum.

Ama iş zihinsel, duygusal karıncalanmalar, heyheylenmeler, ezilip büzülmelere gelince değişiyor. Geçip gitmeye bırakmak bir yana, tutundukça pekleştiriyorum.

Cılk yara bir tene çuval kumaşından dar bir gömlek geçirmek gibi oluyor yaşamak.

Sonunda dayanılmaz hale gelen mide bulantısıyla bir kez daha silkinip olup bitene, bunlarla neler yaptığıma, nelerin olmasına geçit verdiğime bakıyorum.

O vakit su, donmuş yüzeyin altında yeniden kımıldamaya, yürümeye başlıyor.

Ben tepkilerim değilim. Onların düdüğünü öttürmek, dediklerini yapmak, yönlendirdikleri gibi düşünmek, hissetmek, ittikleri darlığa, körlüğe, sağırlığa gelmek zorunda da değilim.

Olur, oluşurlar, duyar, hissederim. Ama dünyaya bunların arkasından bakmaz, adımımı bunlar doğrultusunda atmazsam işte ancak o zaman özgürleşmeye yaklaşabilirim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder