İnsansın işte, yani su gibi. Donup kalabilir, kaynar, kızıp
buharlaşır, yokmuş gibi olur, kirlenir, sana katılanları, dökülüp sızanları
taşır, çamura kesebilirsin ama bunlar hallerin, sense su gibisin, çünkü hayat
öyle. Karmaşa ile düzen arasında bir akış. Dinamik.
Bir haline takılıp ömrünü onunla tüketmek de var, baktın
iş o yöne gidiyor, akıntıdan çıkıp özündeki akışa dönmek de.
Seni, senin gibileri zorlayan, kısıtlayan, mutsuz eden
koşullar kısa vadede değişir görünmediğinde bu ikincisi önem kazanıyor.
Ne yapacaksın?
Algından başla.
Yılgınlığın yer etmesine geçit verirsen yılışıp
yayılmakla kalmaz, bir bakarsın kendini tek gerçek olarak kabul ettirivermiş.
Gözlerine katarakt inmiş gibi olur o vakit. Kafanı neye çevirsen bulanık,
karanlık görürsün. Çevresel görüşten, görüş derinliğinden eser kalmaz. Her şey
iki boyuta, aslının kaba saba bir suretine dönüşür.
Oysa hayat senin deniz bitti! dediğin yerde mi duruyor,
duracak?
Oyun arkadaşın o olsun, hayatın ta kendisi. Algını, algınla ağırlaştırdığın hislerini, bu hislere dayanarak katılaştırdığın fikrini,
zikrini kapıldığı akıntıdan kıyıya çek. Koşullara yanıp yakılarak teslim ettiğin iç özgürlüğünü, yaratıcılığını, görüşünün genişliği, derinliğini geri al.
Tek tek şeyleri netleştiremiyorsan kataraktının
çaresine bak.
Hayat bununla istediğin gibi olmaz belki ama istediklerin, isteme biçimin, sonuçlara bağımlılığın sıkı bir kalburdan geçer ve dünyanın,
bölgenin, ülkenin, çevrenin yaklaştıkça koyulaşan karanlığından silkinir, nefesinin
durulduğu, ilhamın da yaratıcılığın da geri geldiği alanlar açar, bunları
birleştirir, paylaşırsın.
Dışı değiştiremiyorsan kendine dönmek kaçış değil, su
gibi yolunu arayış.
Su da yatağını hep bulur yeter ki sen buhar ile buz
hallerinde takılıp kalma.
Hadi bakalım –diyorum kendime, yazdığıma göre okuyana da.
İyi yıllar!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder