Yürüyeyim dedim. Uzak sayılmaz, hem kulağımı da
hazırlamış olurum.
Neye? Pek bilmiyorum, kimsenin de önceden bilemeyeceği,
en fazla hayal meyal kestirebileceği gemsiz ses-müzik akşamlarından biri.
Kalıplara sığmaz Şevket Akıncı’nın yer aldığı bir (en yakını
bu dediğimde kelime oyunu ustası kardeşimin umarım inleti olmaz dediği) dinleti, som dikkati her daim hak eder.
Başka bir etkinliklerinin duyurusundan: “Gürültü ve Duman! Take the AID Train Şevket Akıncı ve
A.I.D (Art Is Dead)'in ortak etkinliğidir. Bir Özgür Müzik gecesi. Çeşitli
düetlerle ve bize sonradan katılmak isteyenlerle beraber çalacağımız bir
özgür doğaçlama/ özgür caz/ Noise/ Deep listening, ambient Elektronik,
Elektronik Ambient/ Fluxus/ Dada/ Ma/ Transeksüel Swing/ Çeşitli tempolarda
susma müziği, What you name it gecesidir.”
Bana uyar!
Cinnah’tan aşağı saldım kendimi. Arada
keskinleşiveren egzoz kokularıyla kirli havayı içime çekerek trafiğe kulak
kabarttım –egzersize baskın seslerle başlamak. Yeni motorların nispeten
gürültüsüzlüğüyle öne çıkan lastik sesleri oluyor. Zeminin durumuna göre kuru
havada yeknesak bir hışırtı, yağışta ise çok yüksek bir fışırtı.
Kuğulu Park’ın oralarda ortalık hâlâ
ölgündü. Bir Cumartesi akşamı, 7’ye doğru başkent. Yolların genişliğini bir
yana bıraksan, terk edilmek üzere bir maden kasabasında olduğunu sanabilirsin.
Renksiz, cansız.
Konur Sokak’tan saptım, sokağı
canlandıran Haymatlos hemen oracıktaydı. Oralardaki, gitmediğimiz, görmediğimiz,
bizimkilerden ayrılan dünyaların mekanlarından. Genç, şehirli.
Dışarıdaki uzun tahta masalar dopdolu,
sohbet, muhabbet demini almış, ölgünlüğü süpürüp atan ses, sesler. İçeri girip
dar uzun mekanın dibinde, sahneyi ayırdığını sandığım kara perdenin önündeki ufak
tahta kahve masa, sandalyesini seçtim. Perde açıldığında sahneyle aramda hemen
dolacak bir boşluk olduğunu gördüm ama o tarafta böyle kurulabileceğim bir
masa-iskemle yoktu.
Hamburger, bira söyleyip duvara
yaslandım, sol gözüm perde aralığından sahnedeki hazırlıklarda, sağ gözüm diğer
uçtaki barda, mekana yerleştim.
İddiasızlığıyla özelleşen, insanların severlerse
zihinsel minderlerini, aksesuarlarını yansıtarak donatıp kendilerine ait
kılabileceği bir yer burası. Haymatloslara haymat.
Arkamdaki masaya tiz sesli bir kızla
sesi işitilmeyen bir erkek geldi. Kız, işitilmeyenin sessiz konuşmasını beş
saniyede bir aynen diyerek ritmik bir salvoya tuttu. Çok sürmedi, sazı eline
aldı ve bir saat kadar sonra lavaboya gidene dek de susmadı. Karanlıkta
hamburger yerine dilimi ısırdığım an yükselen kızgınlığımı dönüp “Neden daha
gürültüsüz bir yere gitmiyorsun!” diyerek ondan çıkarmak istediysem de dilimi
bir daha ısırıp sustum. Şimdi sesi iyice yükselmiş, elektroniği de yanlarına
alarak mekanı dolduran davul ile gitarın üzerine çıkmaya bakıyordu.
Gerilen sırt kaslarımı birden gevşettim.
“Bırak, inleti, böyle bir akşamda dinletinin parçası olsun. Kazara gelene,
rastlantısal olana zaten kapıları açık, sen de öyle et.” Ondan sonra da kızı bir
süre böyle duydum, derken artık işitmedim.
Performanslarının sonunda Emre Aydın ile
Ali Yavuz olarak tanıtılan davul ile gitar ve elektronik şeyler insanlarına (hangisi
hangisiydi, bilmiyorum) kulağımı verdim.
İyiydiler. Yola birlikte çıkmış,
adımları birbirine uyarken her biri kendi kafasının içinde akanlara yoğunlaşmış
gibiydiler. Uzayı sesleriyle kapladılar, üst üste, hiç boşluk bırakmadan,
sessizliklerin yerini sesin alçalıp yükselişi, kalınlaşıp sislenmesinin aldığı
yoğun bir döşemeydi, berrak, ateşli. Sevdim.
Sıra Can Mekikoğlu olarak tanıtılan
diğer bir gitaristle birlikte Şevket’teydi. Sesleri hissetmeden, üzerlerinde
düşünmeden, felsefi bir deney malzemesi, başka türlü oluşlara gidiş yolu ve
aracı etmeden hıçkırır mı bile acaba diye düşündüğüm biri. Yine öyleydi. Hayır
hayır, böyle yapma diye kendimi durdurana kadar Bill Frisell’i andığım, sonra
hiçbir şeyi hiçbir başkasına benzetmeden dinlediğim sekansları boyunca kulağımı
özgür bırakarak arayışlarında, buluşlarında, havada asılı kalışlarında onları
izledim.
Masa komşum kız lavabodan döndüğünde setleri sona erdi. Gidelim dedi bir yanım.
Yorulduğu ya da sıkıldığı için değil, bu akşamlık alacağını almış, şamandıra
yükselip akışı kesmişti. Uyaranı az, öz, odaklanmışlığı yüksek tutmak iç
beslenmenin bende en işe yarar biçimi. Merhabalaştığım Şevket ile içimden
selamlaşıp teşekkür ederek, gölge gibi süzülüp çıktım.
Kulaklarımdan sesler süzülürken bir
taksiye bindim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder