Karanlığın kırk tonundan geçerken fiziksel terörden kalan
alan psikolojik terörle doluyor. Acısı fiziksel bir yaranın, darbın acısından
çok farklı değil. Öfke ile bezginlik, yılgınlık iç içe. İnsan sık sık kendine doğru
dürüst solumayı hatırlatırken buluyor kendini. Solukla birlikte daralan,
sertleşen, katılaşan bir iç dünya.
Tam da bu zaman hatırlanacak bir diğer şey, dışsal
kontrol geride yanılsamasını bile bırakmadan kaybolduğunda içsel kontrol
kazanımının önemi. Havası boşaltılmış teneke kutu gibi içe çökmeyeceksek kutuyu
kontrolün elimizde olduğu şeyle doldurmak gerek: Tepkilerimizi biçimlendirme
yetisiyle.
Önüne bak diyorum. Dolaysız gerçekliğine odaklan. Kedinin
mamasını, suyunu, sevgisini ihmal etme, babanla iyi vakitler geçir,
arkadaşlarını yokla, insanlara dokun. Dağ tepe vur yürü. Mezür mezür çaldığın
parçalara ver kendini, elinde ne varsa ona. Odağını genel, sınırları muallak fikirler, varsayım varsayım
örülmüş felaket senaryolarından, devasa, yutucu bir soyutluktan somut olana
çekip durul bir. İçinin avaz avazını dindir.
Yumuşa ve açıl.
Hemen gidip ülkeyi, bölgeyi, dünyayı kurtarman
gerekiyormuş gibi boşanmak üzere bir zemberek misali daracık gerilmişlikten
çık.
Cevap, çözüm, açıklama. Bunlardan uzun bir süre yoksun
yaşayacak olmaya göre ayarla nefesini.
Sonuçta yegane hareket alanın burası. Dolaysız
gerçekliğinle şu anın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder