İri ya da ufak, istemediğin bir şeyle
karşılaştığında ne oluyor?
Kaçınmaya bakıyorsun.
Peki kaçınılmaz olduğu ve sürüp gittiğinde?
Bu bir görevse gölgesini kabuslaştırarak ertelemeye,
içine düştüğünde kafanı kuma gömmeye, uyuşturmaya, iyice köşeye sıkıştığında da
kendini vermeden geçiştirmeye.
Sonuç?
İyi bir örneği içinde debelenmekteyken gördüğüm gibi iç
karartıcı.
Kendi kuyumu kazmada söz konusu iş/durum sadece bahane.
Sorun, tavrım.
Onun zembereği ne peki?
İstenmeyeni itmek.
İtmede zihni de, gözü gönlü de kapayan, insanı dosdoğru
otomatik tepkilere sürükleyen bir şey var.
Debriyaja bastığımda, her zamanki gibi davranmaya
koyulmadan bir durup baktığım, düşündüğümde ne görüyorum?
Rahatlama ya da ödüle bir an evvel ulaşma zorlanımını.
(Buna halk arasında telaş da deniyor ama bir kez verilip unutulan her etiket
gibi o da bir şeyleri açıklayıcı olmaktan çok uzak.)
Bu zorlanımın kuklası olmak zorunda mıyım? Otomatik
pilottan çıkacaksam hiç de değil.
Debriyaja bir kez daha ve uzunca basıp zaman çerçevesini
genişletebilirim. Kaçma, kaçınma isteğini etkisizleştirip ne kadar ve nasıl
sürecekse sürsün, kendimi nahoşa da gönüllü olarak bırakabilir.
Bir süredir bırakıyorum da. Kaçınma dürtüsünün dediğini
yapmamak akıntıya karşı yüzmenin çabasını gerektirse de (ne de olsa burada yeni
nöral ağlar oluşturuyoruz, zaman tanımak gerek) herhangi bir şey gibi
öğrenilebiliyor.
Ödülü kendi içinde; böyle gelmiş böyle gider, huyum bu
gibi batıl itikatların sınırlayıcılığından adım adım çıkabildiğini görmek.
Serbestleşmek.
Girdilerde bir iki ufak değişiklikle insanın bütün ufku
değişiyor.
İtmeyi bırakıp teslim olduğumda bunun da herhangi bir
yaşantı olduğunu görüyorum. Tatsız belki, belki acı, buruk ama kulak veriyorsan
diyeceği bol olan bir zaman.
Bir ödül de zaten bu. Odağını alışılmış şekerlemelerden
keşfe çevirmek. Daha çok anlamak için yaşamak.
.
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder