İnsan işleyişini yakından, ilk elden anlama işinde düşüncelerle
düşünmemeye başladım.
Tepkilerin, hayata verilen karşılıkların makine dairesine
iniyorum; zihnin işleyişini hisler, duygular, güçlü heyecanlar hizasından
izlemeye koyuluyor.
Makine dairesi dediğim bu oluşum aşaması ilginç bir alan.
Sözcükler, kavramlar, etiketler ve bunlara verilen üç aşağı beş yukarı sabit
değerler yukarıda, kaptan köşkünde kalıyor. İnce seviyelere indikçe
karşılaştığım, hiçbir anı tekrarlanmayan sürekli bir değişim oluyor. Bileşenler
tek tek tanıdık olabilir. Katılık, esneklik, darlık, enginlik, tatlılık,
burukluk, soğukluk vs. Ortaya çıkardıkları bileşimlerinse bir benzeri daha
olamıyor.
Beyinde duygulara ayrılmış bir merkez yokmuş. Duygu,
çeşitli merkezlerin etkileşimleri sırasında ortaya çıkan bir kokteyl. Aslında
kaynak makinesinden saçılan kıvılcımlar kadar bir var bir yok bir çakış.
Yani kendi haline bıraksak öyle olacak.
Duyguların belirmesinden sonra neler olduğunu gözümü
yukarı, kaptan köşküne çevirdiğimde anlıyorum.
Sözcüklere, kavramlara, değerlendirme ve yargılara
döküldükleri an somutlaşıyor, nüanslarını yitirerek katılaşıyor, sahiplenilerek
veya saldırılarak kendilerine ait bir gerçeklikleri varmış muamelesi
görüyorlar. Yani bu seraplar dil ile, sorgulayıcı olmayan kaba düşünce ile
temas ettikleri an seri üretim şeridine dökülüyor, sınıflandırılıyor, kutulanıp
etiketleniyor ve pazardaki yerlerini almaya hazır hale geliyor. (Ve tüm bunlar
saniyeler içinde olup bitiyor tabii!)
Filmi geri sarıp duyguların veri alındığı kaptan
köşkünden makine dairesine döndüğümde katılıktan akışkanlığa geçiyorum.
Deneyimleri piyasalık ufak kutularından çıkardığımda sonsuz
nüanslar geri geliyor. Bakış tazeleniyor. İlk elden yaşamayla birlikte tekdüzelik
de ortadan kalkıyor.
Bildiğini sanan bezgin, donuk bakışın yerini farkındalık
alıyor.
VE
SİMÜLATÖR
Asıl anlatmak istediğim buydu ama böyle uzunca bir
girizgah gerekti.
Daha önce biri çıkıp şimdi hevesle yapmakta olduğumu
önerse omuz silkerdim.
“Hayatta ne öngördüğün gibi gerçekleşiyor ki bunun yararı
olabilsin?!”
Oysa epeydir bununla ilginç zamanlar geçiriyorum:
Nedense çoğunlukla hareket halinde, yürür ya da araba
kullanırken olanca canlılığıyla durumlar hayal ediyor, olası tepkilerimi
canlandırıyorum.
Bunu da makine dairesi dediğim seviyeden yapıyorum.
“Şu köşeden bir araba fırlıyor, sağ yanından epey
şiddetli vuruyor.” Darbeyi vücudumda canlandırıyorum. Acı, şaşkınlık ve
karmaşanın öfkeye dönüştüğü anı. Gözüm dönmüş, kendimi dışarı atıp insanların
yüzde doksan dokuz nokta doksan dokuzunun yaptığını yapan bir kukla olmaya
bırakabilirim. Bağırır çağırır, haklılığımı ağır bastırmaya çalışır, canımı
dişime takar, kavga edebilirim.
Ya da.. ortada hiçbir şey yokken böyle senaryolar çalıştığım
vakitlerin meyvelerini toplayabilirim.
“Adi öfke ustalıkla kullanılabilecek bir araç, silah
değil. Böyle darbelerden doğması doğal. Sürtüşmeden çıkan kıvılcım gibi. Ama
onunla hareket etmek yarayı kanırtmaktan öte işe yaramaz. Böyle durumlarda çok
bağıran kazanıyor. Ama kazançlı çıkmanın bir yolu daha var; farklı davranmak.
Tam ters yönde, son derece sakin. Olan olmuş. Bunu geri çeviremeyeceğine göre
sonraki zararı en aza indirmeye bakmak.”
Ardından, kendimi tepkilerime bırakıp hep aynı şekilde
davransam hiç öğrenemeyeceğim şeyleri görmeye başlıyorum.
Öfkeden giriyor, özgürlükten çıkıyorum.
“Böyle keyifle arkadaşlarınla buluşmaya giderken bir
telefon geliyor. Çok çok kötü bir haber..”
“Şu tüküren taşlardan birinde ayağını burkuyorsun. Üç
hafta boyunca koltuk değnekleriyle yürümen gerekecek..”
Senaryoların her birine vereceğim tepkiyi tenimde duymaya
bakıyorum. Kanımın önce çekilip sonra hücum edişini, çığırından çıkıp soluğumu
kesen kalp atışlarını, dizlerimin çözülüşünü, zihnimin bomboşluğunu. Şoktan
dehşete, acıdan öfkeye, donmuşluğa duyguların değişimini. Ne kadar ayrıntılı,
canlı, o kadar iyi.
Senaryoda fiziksel ya da ruhsal ilk darbeden sonra her
seferinde bir yol ağzı yaratıyorum. Bir yanda bildik, otomatik tepkiler. Onu da
bir süre canlandırıp peki bu seni
(insanı) nereye götürüyor ve aklı başında bir seçenek ne olurdu faslına
geçiyorum.
Hayat hiçbir zaman öngörüldüğü gibi akmıyor, doğru. Ama
bu, yaptığımın yararını azaltmıyor.
Simülasyon diye bir şey var, değil mi?
Eğitimin esaslı bir parçası.
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder