Kızgınsın.
İnsanlar senin doğruna göre davranmıyor.
Düşüne taşına ya da koşullanmalarınla kendiliğinden
oluşmuş, belki bu ikisinin karışımı çerçevene seni hiç rahatsız etmeyecek,
beklentilerini karşılayacak şekilde oturmuyorlar.
Hayır. Delibozuk, başına buyruk, bildiklerini okuyor,
belki farkında bile olmadıkları çerçevene bir girip bir çıkıyorlar.
Gel de rahat et! Rahatlık sınırların içinde hiç
dürtülmeden, ana karnındaki gibi kıvrılmış yaşa!
Kızgınsın.
Çürük dişe şeker değmiş gibi sinirine dokunuyorlar. Belki
kör testereyle etini kesiyorlarmış gibidir. Kimin neyi nasıl hissettiğini
sonuçta kahve falları bile söyleyemez. Karşımızdakinin verdiği duygunun falına
bakar gibi yapar, benzeri bir durumda kendi hissettiklerimizi ona
yansıtıveririz o zaman.
Ama kızgınsın. Sanki bir kez daha hüsrana uğramış.
Belki böyle kızdığın için, kızmamak elinden gelmediği
için kendine de kızgın.
Üç vakte kadar rahata ereceksin. Ya girip çıkılan bütün
haller sen parmağını bile kımıldatmadan zaten değiştiğinden. Kendiliğinden.
Ya da belki seçimsiz olmadığını, tepesi atmanın hiç de
kaçınılmaz olmayabileceğini görüverip.
Başına elma düşen Newton gibi.
Bir anda.
Diz altı tepkilerimiz hep oracıkta. Birinin kontrol
çekici vurmaya görsün, harekete geçmeye hazır.
Bunu bastırmaya çalışmak nafile.
Ama gerek de yok.
Birlikte yaşamayı bilmek yeterli. İnsanın bu yanına sen
varsın, eyvallah, demek. Ve devam etmek: Ama duygusal tepkilerimi ele geçirip
bana kendimi önüne geçemediğim bir mekanizmanın kuklası gibi hissettirmene de
gerek yok.
Çünkü bakıyorum, kendinden başlayıp herkese, hayata
olduğu gibi olma özgürlüğü tanıyan çok daha geniş, serbest bir yanım daha var.
Tevekkül değil. Capcanlı bir kabul hali.
Çerçeveni, doğrularını, haklılık iddianı içindeki kırpıp
biçicinin, sansürcünün gözünden çekip arka cebine koyduğun an elinin altında.
Üç vakte kadar öfke kapısının yerini gönül gözü alabilir.
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder