Yol
yol bir karşılaşma
Akşamüstünün tatlı sıcağında havlumu kumsalın başında bir
şezlonga attım. Hafif esintiye kafiye olsun, gözüme ışığı koyuca mavi-mor
serinleten güneş gözlüğünü geçirip defteri açtım. Az önce içimi dışıma çıkaran
tepkimi isteksizce yazmaya koyuldum. Yazarak düşünmeye.
Kulaklığımda Old
Devil Moon, gözüm kah yarımadanın burnundan doğmuş, dolmasına çeyrek kalan
ayda. Kah yamaçların dalga dalga düşen gölgeleriyle dağlarda, mavisi duruldukça
durulan sularda.
O da ne? Güzel bir tekir, kaplan adımlarıyla yaklaştı. Selamını
miyavladı. Buyur ettim. İkiletmedi. Yanıma atlayıp başını elime, böğrüme vurdu,
hani insanım ya, belki anlamam diye buyruğunu bir de miyavlayarak verdi: “Okşa!”
Sıcak tüyleriyle gıdıklanırken, istediğini alacağından
emin bu küstah samimiyetine de gülerek dediğini yaptım. Yetmez der gibi karnıma
çıktı. Ona da peki ama zevk tepinmesini tırnaklarını çıkararak yapmaya
başladığında yanıma indirdim. Tatsız konuyu yazma ısrarım onunkine yenildi:
Patisini uzandığı yerden kalemin ucuna sallıyordu. Kırk yıllık sahibim dersin,
dikkatimin nerede neyle bölündüğünün cin gibi farkındaydı ve elbette buna izin
vermeyecekti. Kedilerin karşı konulamaz şu arsızlığı! Yere koydum. Kulaklığın
ucuna, plaj torbamın içine davrandı, girip yolunu ön patileriyle açarak burnunu
sokmadığı yerini bırakmadı. Dönerek geri, kucağıma atladı. Yine o kanca gibi
tırnaklar. Yönettiği tuhaf, sıcak, komik dansımız hızla kaçınılmaz sona
ilerledi. Hırlaştık. Pençesini elime savurdu, kafasına bir tane indirdim. Umurumdaydı
sanki! dercesine kuyruğunu dikti, arkasını dönüp miyavlayarak bir sonraki
şezlonga, seçilmiş kurbanına yürüdü. Şimdilik sadece sevimli, kendinden emin,
telaşsız, yol açacağı yeni hırlaşmaya kadar sevecen.
Karnımda iki çizik, kulaklarıma yayılan ağzımı
toparlayamadan arkasından bakakaldım.
Defterime döndüğümde çenesiz ablak yüzüyle ay, yarımada
üzerinde bir hançer boyu yükselmişti.
Güneş gözlüğünü çıkardım.
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder