1 Ekim 2012 Pazartesi

ÇÖZÜCÜLERİN EN MÜESSİRİ

Yaşadığı yerde kendini yersiz, hapis hisseden karşımdakini seyrettim. Yakınması, öfkeli çırpınışı içinde bana başka rol de yoktu. İzlemek, sadeleşerek görmenin dolaysız yolu. Kıstırılmışlık duygusunu, bunun yarattığı sürtüşme ve kızgınlığı onda seyrettim. Benzeri kendi tepkilerimin de ekranıydı. İttiklerimin ben öyle yaptıkça daha da ağırlaşıp kararıp üzerime çöktüğü vakitlerin.

Sevgisiz dirençten daha etkili bir yapıştırıcı mı var diye içimden geçirdim. Bir hale takılıp kalmak istiyorsan ben de ben! diyen kuru, soğuk, patlamalı tepkini kuşanman yeterli. Görüşünü, hissedişini daraldıkça daralan o tünele sokman.

Sonra, soluksuz, kendini yüzeye dar attığın böyle batışların olmadık bir anında gelmiş keşif canlandı. Duvar var sandığın yerde açılıveren kapı.

Bırak şu ter ter tepinen, anlayışı kıt Ben’i. Avucunu açıp sıkı sıkı tuttuğun devedikenini öylece bırakır gibi. Sal gitsin, nereye gidecekse. Seni tutsak eden ne yer ne durum; sadece o. Gerisi çorap söküğü gibi kendiliğinden gelir. Uyanır, bir temiz gülersin. Gülüşünde budalalığının kim bilir kaçıncı tekrarına ne acı bir alay vardır ne yergi. Ne diye olsun? Bu garibin işleyişi öyle. Dümene geçti mi eninde sonunda tekneyi kayalara bindirir.. demenle, kendinden başlayıp her şeye yayılan bir şefkat gülüşünün yerini alır. Usul usul. Gayri şahsi. Kaynağı tantanalarıyla bildik ben olmayan bir şefkat. Görüşün de gücün de ondan akmaya koyulur. Ivır zıvırı çözer, katar önüne götürür.

Gönül gözü diye içinden geçer. Onunla baktığında her şey bir, sen de özgürsün.

İşte kapı, işte anahtar.

Karşımdakinin bana bıraktığı rolde değişen bir şey yoktu. Açılan içimin ifadesini sessizliğime bırakıp şarabıma uzandım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder