Dönüp dolaşıp bu olguya geliyorum.
Hayatın gözden kaçan, yine de kilit gerçeklerinden birine. Aslında belki en çok göz önünde olması, bilgisi el altında tutulması gereken işleyişe.
Newton’ın, “Bana manivelayı dayayacağım noktayı gösterin, dünyayı yerinden oynatayım” deyişindeki püf noktası bu çünkü.
İkinci element ilkesi.
Bir gidişe değişimi ancak kuvveti başka bir düzlemden alarak getirebilirsin.
Çalışmayan arabayı direksiyonun başında kalarak itemezsin; bunun için ayağını yere, başka bir zemine basman gerekir.
Dolap beygiri gibi döne döne tekrar ettiğin tavırların, görüşlerin, dünyayı anlamlandırışın için de tıpatıp aynı geçerli.
Bıkkın bir kesinlik, güvenle “bu böyle işte, biliyorum!” dediklerin için. (Sen bunu derken araban çoktan durmuştur. Yanından geçip giden ve yorumuna artık hiç uymayan hayat ile hareket eden sensin sanır, hızlanmak için oturduğun yerden direksiyona abanırsın. Heyhat, ön camdan akan görüntüler değişirken sen kalırsın.)
Çevire çevire çeperini derin bir hendek haline getirdiğin bakış, hissediş, kavrayış alışkanlığın, tek bir adımını dışına atmanla (ya da yaşamın bunu sana yaptırmasıyla) kırılır. Değişim de çemberin içinden değil, buradan bakışla gelir.
İkinci elemente, Newton’ın manivela noktasına ulaşmışsındır, dünyayı (ataletinin ezici ağırlığını) bir hamleyle yerinden oynatabilirsin.
İşte bunu hep başka bir bağlamda, ışık altında yeniden yeniden yaşayarak hatırlıyorum.
Orkestra içinde, her seferinde başka bir çeşitlemeyle tekrarlayarak pekişen bir leitmotif gibi.
Çok iyi oluyor.
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder