Son akşam, İncil’den gökyüzü sahnelerinin “ulvi” olma iddialı ama göze bugün artık basmakalıp görünen sarı, pembe, mor-mavilerine bulanmış bulutlu gök altında Kordona, Green Point’e indim. Görüşüm ufukla karşılaşmamla birlikte değişti. Pus etkisi yere uzanmış, okyanus, dağ, ne varsa içine alıp gözün mesafe kestirme yetisine meydan okuyor, uzakları yaklaştırırken yakına tersini yaparak insanın sırtını ürpertiyordu. Okyanusun şu halleri deyip resmi içime kazıdım.
Son sabah. Yolcunun dönüş arifesindeki çözülüşü, ne orada ne buradalığı. Sokaklarda avare bir yürüyüşün ardından halkayı ilk uğrağım Şirket Bahçesinde, The Company’s Garden’da tamamlıyorum. Palmiyeler, okaliptus, noel, dev muz ve kim bilir daha ne ağaçların sık çatısından görünen o tatlı mavi yaz göğü, deftere benek benek düşen gölgeleri kıpırdatan serince esinti, kuş ve çocuk cıvıltısı ve buranın ilk aldığımdan beri hiç bozulmayan, sadece yerleşen limonata tadıyla.
Etkisi sarsmak, silkelemek ya da serseme çevirmek değil, hayatın rahat adımlı ve yine de dinamik yaşanabileceğini hatırlatmak, göstermek olan bir tat bu. Gevşe, rahatla, açıl; yoluna zinde adımlarla devam et diyen.
Tam da gereksindiğim.
Baie dankie Suid Afrika. Totsiens!
*
(Müzikleri haftalardır kulağımdan eksik olmadı. Artık elektroniğin yardımına da ihtiyacım yok; sabahları uyanırken, gün içinde en umulmadık anlarda iliğime işlemiş renkleri, ritmi, gücüyle içimde kendiliğinden çalmaya başlıyor.
Galiba kanıma en çok karışanı da “Afrika’nın Sesi” dedikleri Vusi Mahlasela. Buyur edeyim, notları dürüp o kaldırsın:
http://www.youtube.com/watch?v=at1YtOYmZJw&feature=related )
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder