21 Şubat 2024 Çarşamba

KAUNOS POSTASI

Bu yıl nereye dedim, epey bir süre bilemedim. Derken geldi: Kaunos. Bulup çıkarmayı başardığım tuhaf oteller silsilesinin devamı olmamasını umarak Dalyan’da bir yer bulup yola koyuldum.

Yolun bu kısmı kafamda üçe ayrılıyor: Milas’a kadar-Muğla’ya tırmanış-Sakar Geçidinden aşağısı. Sfenksin üç gövde parçası gibi birlikte ve bambaşkalar. Sfenksin ileri uzanan pençelerinde Akyaka’ya saptım. Yıllardır buralardayım, hiç uğramamıştım. Arabayı tepelerde bırakıp yamaçtan aşağı, sahile yürüdüm. Geniş yolun iki yanı ağaçlı birer tünel, üzerinde bahçe içinde eski Milas evlerini andıran geleneksel mimarili evler. Palmiyeli, turunçgilli, çamlı, muz ağaçlı yeşil de yeşil. Sahil, kamış kıyılı kanal ağzından ötelere uzanıyor. Sıra sıra tur teknesi (müziklisi-müziksizi, adam başı 100 liralığı, balık-ekmekli 150 liralığı). Derken upuzun kumsal. Halk Plajı. Üzerinde kafeler, bistrolar, lokantalar. Hepsi dolu. Plaj dopdolu. Civardan akmış Pazar kalabalığı. Kış güneşinin ışıltısı, sıcağı altında sandalyelerini açanlar, yaygısını yayan, yiyen-içen, yüzlerce belki, insan. Ama ne tuhaf! Dağdan inişle ağırlaşmış kulaklarımın da mı etkisi, bu gürültüsüz kalabalık, kalabalığın normalde verdiği hafif gerilimden, tetikte oluştan çok farklı bir his uyandırdı: Gevşeme, rahatlık, dinginlik. Derinlemesine bir neşe.

Tabii içimin kıvamını bütün bu insanların üzerine ben boca etmiş de olabilirim.

Çocukların dalıp gittiği kumdan kaleler yapma oyununa ben de onların tepelerinden bakarak dalıp gittim. Ne farkı var bunların şimdi Kaunos’un kaya mezarlarından? Nice geçmişlerden bugüne kalanlardan? Listeye başka oyuncakları, oyuncak edilen toprakları da eklesek? Bunların başına dikilen F’li S’li silahları? Çocuklar yaşarken sadece onun olduğu oyunlarından pat diye kalkabiliyor da biz büyüdükçe ne demeye küçülüyoruz? Bütün bu düşünce kalabalığı, rüya anlarındaki gibi tekmili birden çaktı söndü kafamda.

Mutluydu veletler. Ben de onlarla birlikte.

Bir de antik kent mi varmış (Idyma), gidip bakayım deyip takip ettiğim işaretler, Akyaka’yı çıkıp içinden geçtiğim köyün çatallanan yollarında yok oldu. Toprak kaplı bir yokuş başında sırtında tepeleme çalı çırpı bir kadın, köy evinin yanında belirdi.

“Affedersiniz, antik kente acaba..”

Başını iki yana sallayıp çıtır bir İngiliz şivesiyle “English please” dedi. (Onun tarifiyle başına vardığım yolu gözüm tutmadı, Really beautiful, though demesine rağmen burayı pas geçtim.)

Gerisin geri Köyceğiz yoluna çıkıp iki yanında ikindi güneşi altında tarla-bahçelerle uzanan yolun rengine, tadına vara vara Dalyan ayrımına geldim. Sapmamla birlikte kendimi iki düzlük arası bir kanal boyunda buldum. Kamyonla karşılaşmama duası ederek ama gözüm derin hendeklerden ötesinde, bitek topraktan fışkıranlarda, alüvyon bölgesini geçip sığla (imiş) ormanları kaplı tepeliğe geldim. Çok geçmedi, Dalyan’daydım. Hayret ama gayet hoş bir otel bulmuşum. Çantamı odama, kendimi dışarı attım.

Dalyan da 80’lerde yollarda olduğum zamanlardan bu yana çok değişmiş tabii. Ama büyümesi kudurmamış. Arazinin düzlüğünden mi, üstüne üstüne gelen bir yığılma yok. Kendini tutmuş, dizginlemiş de mi tarım arazisini har vurup harman savurmamış, yoksa inşaat kondurmayacak yer bırakmayan hırsı burada zeminin düpedüz sulak olması mı durdurmuş? Her ne ise on yıllar sonra yeniden gördüğüm yerler arasında insan-arazi dengesinin en iyi kaldığı yer burası.

Kanal boyu. Akşamüzeri. Burada da günübirlikçilerin Pazar kalabalığı. Akyaka’dakiyle aynı kıvamlı huzur, aydınlık neşe. Kanalın Dalyan yakası, piyade deniyormuş, gezinti tekneleriyle dolu. Karşısı sazlık, yamaçlarda kaya mezarları. Önümde kiremitte ırmak kefali, yarın doğum günüm.

*

Semada dervişlerin çemberi tamamlayan ayak vuruşu-diğeri üzerinde yenisine doğru yükseliş anı misali doğum günlerim benim için. Bir neredeyse esrik yükseliş. Bugün de öyle. Mutlak sessizlikte bir gece ve kahvaltının ardından kış güneşi sırtımı sıvazlarken çıktım. Kanal boyundan yukarı vurdum. Tekneler seyreldi, alıp başını gitmiş sazlıklar çoğaldı. Çay bahçeleri yerlerini geniş bahçeler içindeki villalı bungalovlu konaklama yerlerine bıraktı. Tek tük çekiç sesi dışında insan sessiz, kuş, kurbağa ötüşlü. Kışın asıl burada yaşamalı! İçlere doğru birkaç kilometre yürüyüp döndüm. Arabayı alıp rehberlik zamanı piyadelerle gittiğimiz İztuzu kumsalının dağ yoluna koyuldum. Nefis! Dümdüzlükten ormanlık yamaca, oradan kuşbakışı, sonra kuş inişi delta ve caretta’ların uzanıp giden kumsalına. Bir uçtan diğerine, sevincimi körükleyen doğum günü telefonlarıyla, aralarda ıssızlığa, suyun seslerine, nefesine dalarak yürüdüm. Kumun sıkılığı, basış ne kadar farklı burada! Carettalar boşuna seçmemiş, parmak kadar bebelerine tam doğru traksiyonu sağlıyor olmalı.

Bana da. Kim bilir kaç saat geçirdim. İçim tıka basa burası dolu, geri döndüm. Bataklık alanı çevreleyen ötelerdeki tepelerin bir boydan diğerine siluetleri insandan, ilk canlılardan beriye kayan bir zaman duygusu veriyor. 65 yaşımın kum zerresi etmeyeceği bir muazzamlığın esintsi. Hayali dişlerimi kamaştırdı.

Gün, yazlık yerlerin kışına duyduğum sevginin depreştiği Pazartesi gecesinin kervan geçmezliğiyle kapandı.

*

Kaunos sadece başlıkta var. Haritada bitişik göründüğü Dalyan’dan ulaşım için sulak alan etrafından genişçe bir yay çizmek gerekiyor. Yokladım kendimi, belki başka zaman dedim. Yola Kaunos diye çıktığımdan ona da hakkını başlıkta vererek. Bir kez daha boşalmış dolmuş, eve döndüm.


Fotolar için: https://photos.app.goo.gl/5NPKAz4ATyUdvBZ29

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder