Pencerede koyun karşı tepeleri, deniz, ön plandaki palmiye. Hepsi bu ama bu her şey.
Bu sabah karşıları doğu aydınlığı altında sütlü bir pus
kaplı. Konturlar seçiliyor-seçilemiyor, neredeyse yekpare. Deniz de patlayan ve
sakin beyaz yamalar halinde uzanıyor. Rengi beliren tek şey, yeşili iyice
koyulaşmış, vuran güneş altında tepe yelpazeleri sarıya çalan ışıltılı palmiye.
Gökyüzüyle birlikte bu dördü arasındaki git-geller aklımı başımdan alıyor. Öğle
güneşi altında acemi fotoğraflarındaki yavan eşitliğe bürünürlerken ışığın
dramatik yoğunlaşma anlarında, gündoğumu-batımları, bulutlu, yağmurlu, sisli
puslu havalarda, alacakaranlıkta tüyleri diken diken eden ön plan-arka plan
geçişimleriyle gözümü kulaklaştırarak, kavrayışımı doğrudanlaştırarak ne
müzikler dinlemiş, ne romanlar okumuş, piyesler seyretmişim gibi yapıyorlar
beni.
Ama hep gözümden vuruluyor, zamanın dışına çıkmış,
suskun, gördüğümü araya zihin girmeden içiyorum.
Şimdi pusa bürünmüş karşı tepeler, havanın nemi
çekildiğinde kat kat yeşil. Siyah-beyaz fırtınalarda tehditkar, dingin gün
sonlarında yumuşacık. Palmiye desen (çok dedim onu)..
Seyrediyorum.
Seyrin demledikleri bir vakit sonra demliğimi dolduruyor.
Sadece ışık ve değişimi var. Geri kalan her şey (tepeler
yeşil, hayır beyaz; yumuşacık, hayır tehditkar; ışık içinde, hayır
kapkaranlık!) gerçek bellediğimiz anlardan ve yorumlarından ibaret derken
buldum kendimi bu sabah.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder