Yakınma, şikayet, stres tepkisini idare eden amigdalayı harekete geçiriyormuş. Gayet anlaşılır: Eylem yerine geçen pasif şikayet, güçsüzlük hissinin sonucu ve dönüp tekrar onu doğuruyor. Bundan âlâ stres olur mu? Foşur foşur salınan stres hormonları bedeni-ruhu için için kemiriyor.
Şikayet edilmeyecek gibi mi ki?!
Olabilir, olmayabilir. Benim baktığım haklılığı değil, bu
halde yaşamanın bize ne yaptığı ne hale getirdiği.
Amigdalanın ateşini alan suhuletin beynin muhakeme katından
geldiğini biliyoruz.
Refleks tepkiler, müthiş bir güç erimesi anlamına
geliyor. Durduğun yerde ufalandığın. Bunun da acizlik kardeşlikleri gibi fukara
tesellilerinden başka yararı var mı?
-
Kaslar hakkında öğrendikçe şaşıyorum. Hareketi sağlamak
tek bir işiymiş bu başlı başına organ olan harikaların. Glikozun yağ olup iç
organları sarmak yerine enerji kaynağı olarak yedeklendiği yerler olarak
gördükleri iş gibi pek çok metabolik işlevleri varmış. Yaşla gelen azalmadan
paylarını da 30’lu yıllarımızdan itibaren almaya başlıyorlar, bu erime 50
yaşından başlayarak 3’er 5’er artıyormuş.
Ne yapmalı?
Güç kaybeden her şey gibi gücü geri kazanmanın yollarına
bakmalı. Kasların durumunda bu, egzersiz. Özellikle kuvvet egzersizleri ama
genel olarak hareket bütün organizmaya, hele de bu iş için biçimlenmiş görünen
beyne iyi.
Bundan sonra -miş’li zaman kullanmama gerek yok; çarpıcı
değişimi sadece 10-11 hafta içinde bizzat yaşıyorum. Ölgünlük, yılgınlık,
tıkanmışlık, yerini güçlenmeye bırakıyor. Uzun bir hastalıktan sonra yataktan
kalkmak gibi bir dirilmeye.
Memleket bununla kurtuluyor mu? Hayır.
Ya dünya? Hayır. (Bu soru pekala dizlerini dövmeye de
yöneltilebilir.)
Ama ben onca güç kaybından sonra güç kazanıyorum.
Durduğun yerde çökmek yerine kalktığın gibi devinmek.
Kaslar bu işe çok seviniyor, topladıkları güçle muhakeme ve hayatiyeti de
besliyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder