5 Kasım 2023 Pazar

NYAD

Diana Nyad’ın Küba’dan Florida’ya yüzmesini anlatan film, bana tutku ile saplantı arasındaki ince çizgiyi düşündürdü. Elisabeth Chai Vasarelhy ve Jimmy Chin’in fazlasıyla Hollywood klişesi filmlerinin sunduğu kadarıyla Nyad’ınki ikincisi gibi görünüyor.

30’undaki yüzücünün 110 millik mesafeyi hiç durmadan kulaçlarıyla kat etme düşü, denemesinin başarısızlığıyla rafa kalkar. 60’ına gelen Nyad, sahneyi kendiyle doldurma eğilimiyle çokça yalnız ve amaçsız kalan hayatında birdenbire bu eski düşü raftan indirip ısıtmaya, derken fokurdatmaya koyulur, dört elle sarılır. Tek arkadaşını (almak ile vermenin dengeli değil, iki ayrı parçaya bölündüğü tek yönlü bir arkadaşlıktır bu; biri alır, diğeri verir) antrenörü olmaya ikna eder.

Saplantı ile tutkunun ortak bir özelliği olan hedefe odaklanmanın getirdiği yoğunluk ile bu işte ona gereken insanları cezbeder, inandırır ve ekibini kurar.

Filmin bundan sonrası tek boyutlu, çelişki ve gelgitleri ayıklanmış, bütün derdi en sığ haliyle Amerikan rüyasının temel sloganının içini doldurmak olan bir motivasyon mesajı olarak uzayıp gidiyor. Burada ara başarısızlıklar, tehlikeler temel iddiayı güçlendirmekten başka şeye hizmet etmeyen, bir avazda aşılıveren engelcikler. Sen yeter ki iste, gücün her şeye yeter! Karakterlerin gelişimi (aksi navigatörün heyecan gözyaşları ve suskun eşlik teknesi kaptanının sonunda ağzını açıp aynı renk bir heyecanla “Yaşasın!” diye bağırması ile kalıyor bu da -antrenörü canlandıran Jodie Foster’ın derinleşen bağımdaşlığını saymıyorum) klişeyi doruğa taşıyor. Kahramanımız 30 yıl içinde 5. denemesinde, 64 yaşında muradına eriyor. Key West’te 52 saatlik maratonun ardından perperişan karaya çıktığında ilk sözü:

Düşlerinizden asla, asla vazgeçmeyin.

İyi de dedim, Küba’ya/Küba’dan yüzme düşü onun kendi rüyası bile değilmiş ki. Adının Yunanca su perisi anlamına geldiğini, bunun onun kaderi olduğu fikrini, romantik bir Küba fantezisiyle birlikte küçük kızın iliklerine işleyen babasınınmış. Babası aniden terk edip gittiğinde yerine koyduğu yüzme antrenörü de onun yüzücülüğünü allayıp pullarken diğer öğrencileri gibi Nyad’a da tecavüz ederek travmaya travma katmış.

Erkek-kadın, kimsenin yapamadığını yapıp dünyanın en ölümcül deniz canlılarının cirit attığı suları kafessiz kat etme, bu travmayı geride bırakmanın yegane yolu olarak görünmeye başlamış.

Saplantı ile tutku, hedefe odaklanmanın yoğunluğu dışında birbirlerinden yönelimleriyle ayrılıyor galiba. İlki geçmiş takıntılı, gelecek kaygılı iken ikincisinin yaşam iradesi bu anda; canlı, taze. İyileştirici. Belki hatta özgürleştirici. Saplantı ise insanın kendisini, etrafını ezip geçen, gözleri, kulakları kendinden başka her şeye kapalı bir kör inat değil mi? Travmaya çıkış yolu değil; etkisini geçiştirmeye, bir süreliğine uyuşturmaya dönük.

30 yıl aradan sonra 110 mili 52 saatlik bir yüzmeyle 64 yaşında kat ettim!

Bravo sana! E sonra? Başarı hissi, bastırılmaya çalışanı örtme kabiliyeti geçicidir, başka nasıl olabilir ki? Tanrı uzun ömür versin ama 12 yaşından beri geçtiğini sanırken hep geri gelmiş bu ağır yaraya daha ne kadar merhem olabilir?

*

Aynı konu tek boyutlu bir başarı yüceltmesinin ötesinde nasıl anlatılırdı?

Gölgeye, can sıkıntısına, aksak ritimlere, zaman sarkmalarına yer veren, tutku ya da saplantı, yaşam iradesinin müthiş bir ivme kazanmasının karakterleri eksiltip çoğaltışına da bakan bir gözle?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder