Kinizmin vurucu etkisini insanı (ya da toplumsal hareketleri) iflah olmazlıklarıyla kestirip atmak olarak özetleyebilir miyim? Sirke kadar keskin bir genelleme, indirgeme olarak?
Aroması alaycılık, küçümseme olabildiği kadar ona renk veren
umutsuzluk, düş kırıklığı, yılgınlık da olabiliyor. Ortak kalan, kesinliği,
keskinliği.
Kinikin burnumuza dayadığı kanıtı olgular. Söyle bana,
dediğimin nesi yanlış diye soruyor.
Oysa yanlış, gösterdiğinde değil. Nirengileri,
ölçütleri ve bunlarla çizili çerçevesinin iddialılığında.
Şunları şunları ön plana çıkarır, ışığı belirli bir
çiğlikle üzerlerine düşürürsen, evet, benim de göreceğim gösterdiğin olur.
Renkli çakıllarla yapılmış bir mandalanın tek bir anını öyle bir çerçeveler,
aydınlatır, fotoğraflarım ki topyekûn bir felaketin ardından yeryüzünün
görüneceği gibi görünür.
Ben bunu genelleme ve indirgemenin bir işi olarak
görürken kinikin gerçekliği bu hükmüyle başlayıp bitmiştir. Kapı kapanır,
sürgüsü çekilir.
İnançlı bir kinik olamayışımın nedeni düşüncem ve
perspektifim kadar hislerime, izlenimlerime de bel bağlayamamak derken Dögen’de
tam da bu kuşkumun sezdirdiği şeye rastladım.
*
Dōgen’s
Genjōkōan: Three Commentaries
kitabından:
Okyanusun
vasıfları
Genjököan’da
Dögen, bir tekneyle okyanusun ortasında olduğumuzda su dairesel görünür diyor.
Teknemizde otururken okyanusa ilişkin söylenecek her şeyi bildiğimizi
düşünebiliriz. Grimsi mavidir, yuvarlaktır, hepsi bu işte.
Ancak,
diyor Dögen, vasıflarıyla okyanus sonsuzdur. Ne daire ne kare -ya da belki
ikisi birdendir-, bize sonu gelmez vasıflar sunar. Bizim daire gördüğümüz,
karmaşık biçimiyle engin ve derindir. Dipsiz derinliklerindeki dağlar ve
vadilerin yanı sıra kimini görmeden hayal bile edemeyeceğimiz sayısız canlı
barındırır. Solunacak oksijeni, kara yaratıklarını besleyecek balıkları vardır.
Onu ömür boyu incelesek de bilgisinin sonunu getiremeyiz.
Okyanus
imgesi dünyamızla ilişkimizin bir mecazı. Sadece gözlerimiz, kulaklarımız ve
diğer duyuların yakaladığını algılıyoruz. Ardından bunu fikirlerimizin
süzgecinden geçirerek yorumlayıp durumun gerçekliğinin de bu olduğunu düşünüyoruz.
Ama her zaman daha fazlası var. Bunu unuttuğumuzda başımız derde giriyor. Bir
parça deneyimle karşımızda ne varsa ona ilişkin her şeyi bildiğimizi sanıyoruz.
Daire gibi görünse de sayısız özelliği olduğunu unutuyoruz.
Akılda
tutmakta yarar var. Bize sunabileceği çok çeşitli niteliği olduğunu çoğunlukla
unutup karşımızdaki kişiye ilişkin bilinecek ne varsa bildiğimizi düşünüyoruz.
Pazar günü birisi, babasını hayatının kırk yılı boyunca tanımasına rağmen onun
hep yeni bir yönünü -hiç bilmediği bir becerisini, bir fikrini- keşfettiğinden
söz ediyordu. Tam artık her şeyi bildiğini düşünürken yeni bir şeyle
karşılaşıyordu. Aynı şey yalnızca kişiler değil, başka her şey için de geçerli.
Onun
için fikirlerimizin gerçek demek olmadığını unutmayalım ve bunlara dört elle
asılmayalım. Hep daha fazlası olduğunu bilerek emin olmaktan çok merak duyalım.
Hepsini asla bilemeyeceğimizi unutmayıp bilmemekle barışık olalım. Şu
önümüzdeki kahve fincanında bile sınırlama olmaksızın uçsuz bucaksızlığı
görelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder