Takıldığı yerde debelendikçe çukurunu derinleştiren birinin çıkmazına hayret eder, üzülür, tepeden bakar (bundan da kendime pay çıkarır) iken uyandım. Mesele fiziksel olarak mesele olmaktan öyle uzaktı ki çok daha önceden görmeli, sorunun kaynağının her türlü sorunun kaynağında yatan olduğunu anlayabilmeliydim. Ama işte her şeyin bir zamanı var.
Takası denizin ortasında stop etmiş kaptana hadisene! diye
sabırsızlanıyorsun. Su çarşaf gibi, gideceğin yer hemen ötede, bir yol versene
şuna!
Kan ter içinde, şimdi bir de mahcup, motorun ipine
asılıyor. Boğuk bir hırıltı. Hareket yok.
Bak, akşam oluyor. Rüzgar patlayacak, hadi gözünü
seveyim, kalırsan donacaksın!
Boğuk bir hırıltı. Hareket yok.
Bir var şuraya, balıkçıda oturur, çilingir soframızı
donatırız hem.
Bütün bu didişme sırasında, suyun altında uskura dolanmış
kırmızı naylon halat parçası kıs kıs gülerdi herhalde.
Bu kadar göz önünde bir olguya zihnimde çakan bu imgeyle
uyandım işte.
Uskuruna dolanmış bir halat yokken her şey kolay sana. O
halat oradayken de kimseyi yapamadığıyla ölçme.
Gel, seninle balıkçı barınağına kadar bir yürüyelim desem
fırlarsın. Ama topuk dikenin varsa arka odaya bile düşünerek yola çıkarsın.
Ölçü fiziksel, zihinsel, duygusal, ruhsal olarak objektif
(yani aslında dışarıdan bakan sana göre) bir yapılabilirlik değil, eyleme
olanağı.
İlgi, açıklık, motivasyon ve odaklanmanın kırmızı
halatlarla elverişli bir şekilde hizalanabilmesi.
Kuşkun varsa dön, başkalarına işten bile gelmeyen kendi
tutukluklarına bak. Gör.
İş yok, işçi var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder