Alain de Botton beni sesiyle kazanmış bir yazar. Sakin,
duru, noktaları beklenmedik birleştirmeleriyle yaratıcı, zihin tazeleyici
yaklaşımının kendine özgü bir tonu var. Ele aldığı konu ne olursa olsun
(seyahat sanatı, bir teselli kaynağı olarak felsefe, statü endişesi, Proust,
mimari..), insana hiç düşünmediği bakış açıları getirerek bildiklerini bile
tazeleyici bir yol arkadaşı; çok daha okumuş, geniş ufuklu olabilir, sana
kendini eşiti gibi hissettiriyor.
The School of Life: An Emotional Education gibi bir
başlığı başka bir yazarda merak etmezdim. Ama bakalım de Botton neler bulup
çıkarmış, neleri yan yana, karşı karşıya getirip bildik malzemeyle yeni
hamurlar karmış diye başladım. Hayal kırıklığına da uğramadım.
Birbirimizle, rollerimiz, işleyişimiz, hayatla
ilişkilerimizde nereye bakacağımızdan çok nasıl bakabileceğimizin
ilhamını veriyor.
Tabii her şeyden önce, aslında nasıl olduğumuza,
kendimizi birer yetişkin sayarken büründüğümüz kostümlerin gerisinde çocukluğun
şu ya da bu anına takılı kalışımıza dikkati çekiyor.
Aşamadığımız tüm o biçimlenmeye.
Çocukluğun temeli öylesine
kırılgandır ki, diyor, içimizin derinliklerinde karmaşaya kapılmak için
başımıza görünür korkunç şeyler gelmiş olmasına gerek yoktur.
“Bunu trajedi sanatından
yeterince biliriz. Eski Yunanların trajik hikayelerinde dramı yaratan korkunç
hatalar, falsolar değil, ufak tefek, son derece masum yanlışlardır. Görünürde
önemsiz başlangıç noktaları feci sonuçlara evrilir. Benzer şekilde duygusal
yaşamlarımız da dokusunda trajiktir. Çevremizde herkes elinden gelenin en
iyisini yapmaya çalışmış olabilir, yine de olabileceğimizden çok daha azı
olmamıza yol açan kimi can alıcı yaraları besleyen yetişkinler olup
çıkabiliriz.”
Buradan, yaklaşımında çok
yer tutan eğitim kavramına geçiyor. Günümüzdeki, başka türlüsünü
tasavvur edemeyeceğimiz kadar alıştığımız tavrından çok uzak bir eğitim
düşüncesi bu. Tepeden aşağı değil. Hamurumuzdan ötürü hepimizde ortak olan yara
bere, travma ve takıntılarda eşit olduğumuzdan hareket eden bir tür işbirliği.
Sandığımız gibi aklı başında olduğu varsayılan, akılcı olması beklenip olmadığı
yerde şiddetle kınanan, yargılanan, dışlanan, örselenmişliğiyle çocukluktan
çıkamamış ama görünürde yetişkinlerin insanlık durumunda eşitliğinden yola
çıkıyor.
Tepkilerimizde bu
hamurumuzu gözetme pratiği yaparak eğitime de kendimizden başlayabiliriz.
Ve tıpkı yaşadıklarını
yorumlayamayan, isabetsiz, geri tepici biçimlerde tepki gösteren çocuklar
karşısında yaptığımız gibi, hakim çekiçlerimizi kürsüye vurmadan önce
kendimizinkilerden başlayıp karşımızdakinin tepkilerini tercüme etmeye
bakabiliriz. Tepkilerimizi koşullamış (Romantizm başta olmak üzere),
beklentilerimize damgasını vurmuş düşünce akımlarının varsayımlarını sorgulayabiliriz.
Daha normal bir normal anlayışına doğru gidebiliriz. Gönüllü bir kabul
ile, birbirimize ayna tutarak, manipüle etmeyen, kolaylaştırıcı bir karşılıklı
eğitimin yolunu açabiliriz.
Sakin, nazik, anlayışlı
tonu, böyle bir eğitim kavramını çok arzu edilir bir şey halinde sunuyor. Tabii
tam da Alain de Botton’a yaraşır örneklerle:
“17. yüzyılda Felemenkler kasırganın
ortasındaki gemi tasvirleriyle bir resim geleneği geliştirdi. Evler ve devlet
dairelerine asılan bu tablolar bariz bir biçimde terapötik bir amaca hizmet
ediyordu: Varlığı deniz ticaretine son derece bağlı olan bir ülkede yaşayan seyircilerine
deniz yolculuğu ve genel olarak hayatta güven duygusu konusunda moral vermek.
Ludolf Bakhuysen Şiddetli Fırtınada Savaş Gemileri resmini 1695 civarında yaptı.
Sahne had halde kaotik görünüyor: Gemiler nasıl dayanabilmiş? Fakat tam da
böyle durumlar için tasarlanmışlar. Gövdeleri, uzun bir geçmişe dayalı tecrübe
yardımıyla büyük bir dikkatle kuzey denizlerine direnebilecek şekilde uyarlanmış.
Mürettebat gemilerini güvende tutacak manevraların sayısız idmanından geçmiş. Rüzgarın
yelken direğini parçalamaması için yelkenleri hızla nasıl indireceklerini
biliyorlarmış. Aşağıdaki kargoyu bir sağa, sonra aniden sola geçirmekten, iç
bölmelerden su tahliye etmekten anlıyorlarmış. Fırtınanın hummalı, ısrarlı
hareketleri karşısında bilimsel bir soğukkanlılık içinde kalabiliyorlarmış.
Tablo, on yıllar almış bir planlama ve deneyime bir saygı gösterisi. İnsan
geminin yaşlı gemicilerini, dehşet içindeki acemi çaylaklara gülerek daha geçen
sene, Jutland açıklarında daha bile büyük bir fırtına olduğunu söyleyişini -ve
küpeşteden aşağı kusan delikanlının sırtına babacan bir tavırla vuruşunu- hayal
edebiliyor. Bakhuysen, insanlığın görünürde korkunç zorluklar karşısında
sergilediği kuvvet ve esneklikle gurur duymamızı istemiş. Tablosu, her birimizin
sandığımızdan çok daha iyi bir şekilde baş edebileceğimizin, muazzam bir tehdit
olarak görünenin gayet üstesinden gelinebilir olabileceğinin iması. Çocuğu
yetiştirenler işte tüm bunları normalde gemiler ve Felemenk resmine
değinmeksizin, sadece yola devam etme biçimleriyle öğretir.”
*
Çevirip paylaşmak
istediğim iki bölüm daha var. Sıkılganlık ve kaygı üzerine.