Bugün denizde az ötemde dubaların ipine tutunmuş üç adamdan ansızın yükselen tekbirle afalladım. Açıklardan, küçük adanın kıyısından bir ses onlara karşılık verdi. Allahın adını bilenler, hep birlikte diye haykırdı beriki üçünden biri. Art arda tekbir getirmeye, ardından ilahiler okumaya koyuldular. Bağrış çağrış iskeleye çıkıp çıkıp atlayan çocuklar dahil, denizdeki bütün sesler susarken adamlarınki koyda yankılanarak yükseldi. Balıkların bile sesi kesilmiş, tehdit algısıyla yer gök suspus olmuş gibiydi. Üç adam ile açıklardaki arkadaşlarının avazında müthiş bir dokunulmazlığını biliş vardı ki ürkütücü olan, içerik ile yorumundan bile önce bu var mı bana yan bakan! efelenmesiydi. Suda olmasam tüylerimi diken diken edecek bir meydan okuma.
Kurusıkı olmayan bir meydan okuma. Birileri bulaşsa da kıyasıya
girişip canına okusak, kim bize ne yapacak ki! diyen. Bunda yanılmayan.
Ağır bir çaresizlik hissettim. Aradaki beton duvarı.
İletişim olanaksızlığını. Ya sen ya ben restleşmesini. Güç bu tarafta, gerisi
zaman meselesi! ilanını. Ancak güç dengelerinin değişmesiyle önü alınabilirse
alınacak bir kayıp gidişi.
Biraz ileride, hayret ve üzüntüyle fısıldaşan iki erkekle
bir kadının yanından kaybettik diyerek geçtim.
Duştan çıkarken üç adamdan biri diz altına inen kara
mayosuyla sudan çıkmış, kirli renkli havlusuna sarınarak pehlivan çalımıyla
şezlonglarla şemsiyelerin arasından yürüyordu.
Sultası altına alıp çıtır çıtır ezeceği tanrı kulu aranan
bu babalanmanın onunla birlikte karaya çıkıp sitenin sokaklarında fink atmasına
ne kadar kaldığını kestirmeye çalışarak eve döndüm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder