9 kilometrelik kıvrım büklüm dağ yolunu katır sırtı olarak düşünürseniz, üzerine vurulan heybenin bir gözü bizim site ile adını verdiği koy, diğeri bağlı olduğumuz Yeşilovacık beldesi.
Yeşilovacık avuç içiydi. Sinekli bakkalı, çanak anten
satıcı ve tamircisi, eczane ile tozlu bir girintide kahve, fırın. Merkez
bundan ibaretti. Uzun, bakir bir kumsal ve yolun iç tarafında, sazlık bir
şeridin berisinde birkaç yazlık site, ilköğretim okulu, hepsi o. Dağ yolunda
tepeden bakışta turkuaz bir at nalı, karşıda dağlar, yeşil yamaçlarda tek tük
köyler. İki yıl önceki büyük yangın göz alabildiğine ormanı aldı götürdü.
Yeşilovacık-Akkuyu arası 16 km. Nükleer santralin yeri
ayrıldığında gitmiştik. Daha el atılmamış, çamların kıyıya inip havayı
kokularıyla doldurduğu, denizi berrak, bakmaya kıyamadığın bir ıssız koydu.
Binlerce insanın cirit attığı tıraşlanmış bir goril kıçı şimdi.
Yeşilovacık santral faaliyetinden nasibini alanlardan.
Bir dam köy odasına bile istenen kiralara insan inanamıyor. Bu, alışverişin
yine en masumu. Yıldan yıla dağda taşta pıtrak gibi biten yüksek apartmanlar
hızlı bir şehirleşmeye doğru koştururken tarım arazilerinin de üç kuruşa
kapatılıp santrale malzeme alanları olarak kullanıldığı söyleniyor. Yerleşimin
dağınık ilerlemesi kanalizasyon yerine foseptik ile idare edileceğinin şaşmaz
göstergesi. Nereye kadar?
İnsan işi ya da doğal felaketlere karşı tavrımız,
çanımıza hangisinin elini çabuk tutup ot tıkayacağını düşündürüyor: Nükleer bir
kaza mı, kendi bokumuzda yüzer olmak mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder