Bakışlarından iyilik akıyor. Mülayim, sevecen bir kadın.
Ailenin çekip çevireni, belli. Denizin son demlerinden yararlanmak için
çocuklarını beklemeden otobüse, dolmuşa atlayıp gelmiş. Korkusu tek başına
sıkılmak. Bu da onu, sanki elektrikler aniden kesilmiş de yakalandığı
merdivende can havliyle elinin altındakine tutunur yapıyor. Konu komşunun
evlerine döndüğü zamanda o da ben oluyorum.
Uzak durduğum, elini uzattığı an da tabanıma neft yağı sürülmüş
gibi kaçtığım, verilen statü ve usulleriyle komşuluğun, anaların ak sütü gibi
helal kıldığı bir içli dışlılık talebi burnuma dayatılıyor.
Sohbeti -ilkini- ayakta tutmak için giriştiğim moderatör
canlılığı (kendi haline bıraksam kısa sürede tükenip gidecek bir mum aleviyken
ölmesine kadar geçecek zamanda düşüp bayılmamak için yöneldiğim bir şey) ile de
şevke gelen karşımdaki, sıkılacak gibi olduğu her an elinin altında olayım
istiyor.
Son derece doğal, insan ilişkilerinin, komşuluğun organik
bir parçası sayılan bu hissin (talep edilmesine bile gerek yok, kendiliğinden
ihtiyaç duyulup karşılanması beklenirken) karşılıksız olması olacak şey değil!
Tasavvur ötesi.
Eğer hava kadar, su kadar tabii bu talebi karşılamıyorsan
oluşan gedikten suçlu, sorumlusun.
Talep edilen ahbaplık, bir banka birlikte oturup boş boş
karşıya bakarak çekirdek çitleme ruhlu. Sessizlikten kaçmak için açık bırakılan
ama hiç kulak verilmeyen radyo gibisiniz birbirinize.
Laf arasına usturuplu bir şekilde serpiştirdiğini
düşündüğün, “Bir başıma olmayı seviyorum. Kafa dinlemeyi. Kitabıma gömülmeyi”
fikrinin de diğerinde hiçbir karşılığı olmadığını görmek biraz sarsıyor.
Bambaşka iki oluş biçimini kırmadan, incitmeden birbirine
nasıl aktarabilirsin?
İçli dışlılığın yanı başında beliren diğer kavram, “hatır”
anlayışı.
Hatırı kalmasın. Ne olur ki katlansan? Hatır için çiğ
tavuk yenir!
Nedir hatır? İstemenin değil, ona seçimli bir hayır demenin yadırgandığı bir kültürde belirsiz süreler boyunca kendinden vazgeçmenin
masumiyetine artık inanmadığım değneği.
*
Denize birlikte gidelim, dedi.
Neden ki? Gittik. O hemen kıyıda bacak hareketlerini
yaparken açılıp uzaklaştım. Döndüm, duştan sonra güneşte kurumayı severmiş. Ben
kalmam, suyun tazeliği üzerimdeyken dönerim dedim ama hatır için oturdum.
Dönerken onun bakışı kadar tatlı olmasına özen
gösterdiğim bir tonla, “Bakın işte, herkes farklı farklı, alışkanlıklarımız
uyuşmuyormuş. Birbirimizi kısıtlamayalım iyisi mi, siz istediğinizde denize
gidin, beni beklemeyin” dedim.
Bakalım bu, sıkıntıdan patlayan lastiği ne kadar
yamayacak?