Taptaze uyandım, ferahfeza. Göğün, altı lağım kokulu ağır kapağı kalkmış gibi. Güneşli, diri bir Mayıs sabahı. Oynaşan sokak köpeklerinin arasından kıyı boyu yürüdüm. Balıkçı barınağının oradaki ilkokula geldiğimde, sandığın önünde benden de erkenci birkaç kişilik kuyruk vardı. Açılış hazırlıkları, sürer biraz.
Önümde gencecik bir kız. İlk oyunu kullanacak. Seçmen
yaşlarımız arasındaki neredeyse yarım yüzyıllık farkı düşündüm. Darbe
anayasasına hayırı bastığım ilk seferden bu yana yaşadığımız iniş çıkışları,
hayat gailesi, kronik kaygı, korkular, öfke arasından umudun sıyrıldığı
nispeten kısa dönemleri. Genç kıza içimden, umarım senin önündeki yarım yüzyıl
daha az sürtüşmeli geçer dedim.
Arkama bir grup geldi. Erkeklerden biri bir türlü
hareketlenmeyen kuyruğa söylenecek olduğunda güler yüzlü bir kadın, “21 yıl
bekledik, 10 dakika daha bekleriz, değil mi?” dedi.
Göğüs kafesin sıkışmadan nefes almak ne güzel! Nasıl bir
ağır metal zehirli hava soluduğumuzu, ciğerlerimizin kapasitesinin çok altında
baskılanmış olduğunu şu geçiş anı nasıl ortaya koyuyor. Kalk artık,
gidebilirsin denilen yoğun bakımdaki hasta gibi hafif olmak ne tatlı!
Başlayan her şey biter. Devirler, imparatorluklar,
iktidarlar. Bir sona daha yaklaşırken dileğim, bir daha dikkatimizi
buzdağlarının ucuna sivrilterek altını göz ardı etmeyecek kadar içgörü kazanmış
olmamız. Kahramanlar, kötüler, onları bileyerek belirleyici kılan sayısız
koşulun oluşturduğu zirveler, uçurumlar. Dilerim, damlalardan, bireyden,
kendimizden başlayarak hep birlikte dokuduğumuz toplumsal varlığı, onu biçimlendiren
şartları bir daha unutmayız.
Yaşadığımız, optik ve ruhsal anlamda gölge tarafımızdı. Onu
kendimizle hiç alakası olmayan lanetli bir unsurdan ibaret gördükçe, zehirli tohumların
nasıl serpilebildiğine yabancı kalıp tekrarlarına zemin oluşturmaya devam
edeceğiz.
Oy. Sandıklarda bir damlayım. Gönlümdeki deryaya
karışmayı umuyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder