Her şey şimdiden değişmiş gibi taze bir heyecanla yaşadığımız seçim öncesi ve günü güzeldi. Sonuç yarı seçmen için hüsran oldu ve başladı neden arayışları.
Beyin belirsizlikten hiç
haz etmiyor. Bir sonuca ulaştırılmamış her şey, bilgisayardaki açık dosyalar
gibi arka planında onu meşgul etmeye, enerji tüketmeye devam ediyor. Her şeyde
bir neden aramamızın altında basit bir işleyiş bu. Ya çaba harcayıp deşerek, bulguları
eleştirel süzgeçten geçirerek ya da spekülasyonlarla, meşrebine göre masallar
uydurup buna inanarak rahatlamak mümkün. Neden arayışının bir nedeni de durumu
değiştirme arzusu, ihtiyacı. Ki o da çoğunlukla nahoş bir histen kurtulmaya
hizmetten ibaret kalıyor. Üzüm yemekten çok bağcı dövmeye dönüşüyor (kim
uğraşacak şimdi anlamakla, değişmekle, vur abalıya, gitsin! Rahatlarsın da). Çoğunlukla
kafamızın içinde olup bitiyor. Şu seçim sonrası “açıklamalar” özünde son derece
temel insani eğilimlerin, her tarafın kendince dokuduğu kılıfları görünüyor
bana.
Gayet mekanik bir mantık, “doğru”
öngörüp kendimizden başkalarından böyle davranmalarını bekliyoruz. (Ondan önce dönüp
bir kendimize baksak ama gerçekten baksak, insanın böyle bir şey olmadığını
göreceğiz ve ayna tersi imgelerimizi de tanıyıp onlara dışımızdaki düşmanlar
gibi bakmayı bırakacağız belki.) Deprem bölgesindeki seçim sonuçları birçoğunu
bunun için afallatmadı mı? Daha önce, “yok, bu bölge AKP’ye dönebilir çünkü büyük
altüst oluşlarda insan ne kadar iyi ya da kötü olduğuna bakmadan bildiğine
sarılır, bir belirsizlik daha kaldırmaya gücü kalmamıştır” diyenleri topa
tuttuk. Kimlik politikalarının sonucunu karşı tarafta “körün değneğini
bellediği gibi” diye aşağılarken de nasıl da sütten çıkma ak kaşıklıkla kendi
değneklerimizi göz ardı ediyoruz.
Hep birlikte karılan bir
hamur olduğumuz, “ülke” denilenin bu olduğu hissiyatım nedeniyle ben kendimi,
kendim gibileri diğerlerinden, hiç haz etmediğim öbür kesimden
soyutlayamıyorum. Zıtlıklar kesintisiz bir etkileşim halinde, birbirlerini aynı
ya da karşıt yönlerde biçimlendiriyor. Benim bir yönelimim karşının aynasına
izdüşüm olarak yansıyor. Beni hüsrana uğratanı düşmanlaştırıp kendimi temize çıkarma dürtüsü daha kolay belki ama ben yapamıyorum.
Bir de, insanın kadir
olduklarına beslediğimiz inanç ile buna yaptığımız yatırım arasında bayağı bir
oransızlık da yok mu? Erdoğan’ın nispi gücüne karşı 5 yılda bir sandığa
gitmekle kalışımız gibi? Oysa güç, iktidar, bir kişinin, ailenin, kesimin
iradesinden öte, bana kuş sürülerinin havadaki hareketlerini hatırlatan tarihi,
coğrafyası, kültürü ile iç-dış bütün bir koşullar dinamiğinin ürünü değil mi?
Ne yapalım yani, bize
kımıldayacak alan mı bırakıyor itirazımıza, iktidara olamıyorsa desteklediğimiz
partiye baskı yapamaz mıyız gibi bir seçenek getiremez miyiz?
Sızlanmaktan başka bir
şeyler istiyorsak tabii.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder