9 Mayıs 2023 Salı

DAHA AÇIKLAYICI BİR ANLAYIŞ?

Hiçbir yere varmayacağı garanti yaklaşımlardan, soru olmayan sorulardan biri:

Nasıl hâlâ buna/bunlara oy verebiliyorlar?!

Ve gerçek bir soru olmayan soruya sıralanan cevap olmayan cevaplar:

Cehalet

Kandırılmışlık

Sosyal yardım rüşveti

Kötü niyet

Çıkarlar

 

Bunlardan bana istenirse en işlenebilir geleni: Çıkarlar. Ama onun en geniş tutulanı. Sadece maddi değil, kimlik ve toplum içinde bir yer yatırımı olarak da görülenler. Ve elbette alışkanlıklar ile psikolojik rahatlığa da hizmet edenler.

Tepemi attıran, politik olarak tam karşımda yer alanlar olabilir. İki tarafın da kendi çıkarlarını gözetmekte birleştiğini görmek iyi bir başlangıç noktası.

İnsanlık halinden yaklaştığımızda aramızda uçurum mu var, daha ziyade yazı ve tura mıyız?

*

Kalıp düşünceleri sıralamaktansa davranışları anlamada çok işlevsel bir noktaya geçenlerde Bekir Ağırdır işaret etti:

Şikayet ve vazgeçmek aynı şey değildir, dedi. Eşimizden, arkadaşlarımızdan, koşullardan veya oy verdiğimiz siyasi partiden hoşnutsuz, hayal kırıklığına uğramış olabiliriz ama bu bizim boşanacağımız, ilişkimizi keseceğimiz, başka bir partiye yöneleceğimiz anlamına gelmez.

*

Bir arkadaşım, yakasındaki Atatürk ve imzası rozetlerinden “badem bıyıklıların” nasıl huylandığını, çoğunlukta olmalarının onu kendi tercihlerinden tedirgin olmaya ittiğini anlatırken çay sohbetimizin tadını kaçırmamak için düşündüğümü kendime sakladım:

İktidardayken aynını biz onlara yaşatmadık mı?

Ama doğru, haklı olan biziz diyorsak onlar da aynına inanmıyor mu?

Derken Erich Fromm’da (Über die Liebe zum Leben – Yaşam sevgisi üzerine) şu pasaja rastladım:

İnsanın ne düşündüğü nispeten önemsizdir. Büyük ölçüde rastlantısaldır ve ne tür sloganlara kulak verdiğine, gelenek ve toplumsal bakımdan hangi partiye mensup olduğuna, hangi ideolojilerin ona eriştiğine bağlıdır. Bundan ötürü de kişi aşağı yukarı başkaları gibi düşünür. Bu, insanın uyum ve bağımlılık eğilimin bir işaretidir. Buna görüş diyoruz. Kişi görüşünü kolayca değiştirebilir. Bir görüş ancak koşullar aynı kaldığı sürece geçerlidir. Arada şunu da belirteyim; bu, sadece görüşlerin sorulduğu bütün anketler için de büyük bir dezavantajdır. Bu anketlerin özü gereği şunu soramazsınız: Yarın sabah uyandığınızda koşullar bambaşka olsa ne yapardınız? Siyasi olarak söz konusu olan, öncelikle insanın ne düşündüğü değildir. Önemli olan nasıl yaşadığı ve davrandığıdır. Nasıl yaşayıp davrandığı da karakter yapısına bağlıdır. Soru bu şekilde sorulduğunda başka bir kavrama geliriz: İnanç (Überzeugung). İnanç, kökleri insanın kafasında değil, karakterinde olan bir fikirdir (Meinung).

Fikir/görüş çoğunlukla kişinin işittiklerinden kaynaklanırken inanç insanın ne olduğundan kaynaklanır. İnsanlar ancak terörist sisteme karşı bir inançları varsa ona direnecektir, fikir sahibi olmakla kaldıklarında değil. Bu şu anlama da geliyor: İnsanlar ancak anti otoriter bir karakterleri varsa direnecek, karşı çıkacak, aynı safta yer almayacaktır.

Esasen Marksizmin vurguladığı bir kavram daha var; siyasetin ekonomi ve sınıf çıkarlarının bir ifadesi olduğu. Marksistler bunu siyasetin amaç odaklı karakterinin tersi olarak vurguluyor, sanıyorum genelde haklılar da. Ama bu Marksist anlayışta da bir şey eksik kalıyor: Burada her şey ekonomik-toplumsal saikler etrafında değil, bunlar tarafından harekete geçirilseler de kişinin içsel imkanları, tutku duydukları, hedefleri etrafında dönüyor. Onlar da “insanlık durumuna,” insanın varoluş koşullarına derinlemesine kök salmış halde. İnsanların neden şu veya bu şekilde davrandığını anlamak istiyorsak, her iki faktörü -ekonomik ve insana özgü tutkular- yakından tanımak zorunda olduğumuzu düşünüyorum. Bu iki faktör, “toplumsal karakterin” ayrılmaz bir parçasıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder