Bu hafta evime Anthony de
Mello’yu buyur ettim (Awareness).
Nasreddin Hoca’dan Aquina’lı
Thomas’a 4 bucak 5 zamandan deyişler, meseller, masallarla beni uykularımdan
dürtmeye.
Yaptığı bu çünkü. Köklü
alışkanlıklar, yanlış kaynamış kemikler, izi kalmış yaralarla insanı daldığı
derin uykularında çarpıcı, renkli dilinin kısa vuruşlarıyla dürtmek. Niyeti
varsa uykusunu aralamasına, uyanıvermesine vesile olmak.
Sen üst üste sırtlandığın
etiketler değilsin diyor (o da). Evlat, eş dost, kadın erkek, ana baba. Ne de
takıp takıştırdığın veya kabullendiğin sıfatlarsın. Zeki, zevkli, zevksiz, sabırlı,
sabırsız, mizahi, becerikli, beceriksiz. Hoşlanıp tiksindiklerin de değil seni
sen eden. Bunlar acının baş kaynağı “ben”in yaftaları. Ben şuyum, ben
buyum/değilim, şunu sever, bundan haz etmem. Ben-bana-benim. Senin hakikatin
derya iken boynuna vurduğun bu “ben de ben!” bir dilenci çanağından ibaret.
(İzninle dilini hafiften dilime çeviriyorum Toni de Mello.) Hani Yunus Emre
sohbete katılsa, bir ben var, benden içre der çıkardı. De Mello ve pek çok
diğerlerinin işaret ettiği o benden öte Ben, uyanışın yolu ve yolcusu.
ben böler, diyor, Ben ise
bölünmemiştir.
ben dünya, koşullar kendi
bildiğince değişsin, işine gelsin, halaları pos bıyıklı olsun ister, Ben hayatı
kendine göre kesip biçmez.
ben tepkiseldir, Ben ile eyleme
geçer, durumun, hayır demenin gereğini yerine getirir, yoluna devam edersin.
ben takılır, Ben akar.
ben “ben buyum!” derken
Ben gözler ve gözlediği hiçbir şey olmadığını bilir. Arzularım mıyım? Kaç kez
değiştiler, demek ki arzularım değilim. Bedenim miyim? 7 yılda bir külliyen
yenilendiğine göre kaç kez ölmüş olmalıyım o vakit? Başardıklarım mıyım?
Başaramadıklarım? Yaptıklarım, yapamadıklarım?
ben ile uykuda yaşar, Ben’e
uyandığında uyanırsın.
ben sevilmek ister, Ben sevmek.
ben esenliği koşullarda arar, Ben onu kendisinde bulur.
Bölünmemiş, parçalarına
indirgenmeyen hakikat ile ilişkimiz kavramları öğrenmemizle kesiliyor diyor de
Mello (da). Çocuğa hayranlıkla, som algıyla baktığını “Bak, bunun adı kuş”
diye öğretmemizle. Bundan sonra ismi, kavramı kalır, onunla dolaysız
ilişkilendiği “kuş” uçar gider.
*
Psikoterapide, spiritüel
arayışlarda vd. insan iyileşmek değil, avuntu, rahatlama arar diyor. Savaştan
sonra kucağında koca bir paketle otobüse binen adam fıkrasını anlatıyor. Şoför
sorar, “Ne o kucağındaki?” Bunu bahçede buldum der adam, patlamamış bir bomba,
polise götürüyorum şimdi. “Olmaz!” der şoför, “Böyle bir şeyi kucağında
taşıyamazsın, koltuğunun altına koy hemen!”
İyileşmek hayatla
ilişkimizde kat kat araya diktiğimiz kavramlara, koşullanmalara uyanmak, fazlalıkları atmak, değişmek demektir, pek
kimsenin işine gelmez. Avuntular, oyalanmalar, kozmetik değişikliklerle paketi
koltuğumuzun altına koymak daha rahattır.
*
Uyanmak mı istiyorsunuz?
Gözlemleyin diyor. Yargılamadan, müdahale etmeden izleyin bir yol. Ne kadar
negatif hissiniz, düşünceniz olduğunu, önünüze geleni hiç durmadan
yargıladığınızı görüp şaşıracak, belki sarsılacaksınız. Sarsılın. Kendinizde
görmediğiniz bütün bu negatif yükü dışınızdakilere yansıtırsınız. Öfkenizi,
hüsranınızı. Olumsuzluğunuzla rahatsızlık duyduğunuz an da bunu bastırmak,
değiştirmek istersiniz. Hiç anlamadığınız bir şeyi nasıl değiştirebilirsiniz
oysa? Bakın, sonuna kadar hissedin, anlayın. Şimdi bir taş kadar katı gelen
şeyin her şey gibi çözülüp kendiliğinden dağıldığını, değiştiğini görürsünüz o
zaman. Takılmak katılaştırır, taşlaştırır, yargılamadan görmek, gözlemlemek
çözer.
“Kavramlarınızın tutsağı mısınız?
Hapisten çıkmak istiyor musunuz? Bakın; gözlemleyin; gözlemle saatler geçirin.
Neyi mi? Her şeyi, herhangi bir şeyi. İnsanların yüzünü, ağaçların biçimini,
havada bir kuşu, bir taş yığınını, otların büyümesini gözlemleyin. Temas edin,
bakın onlara. Umalım hepimizin geliştirdiği o katı kalıpları, onlardan gelip
kendimize dayattığımız düşünce ve sözcükleri bu şekilde kıracaksınız. Umalım
göreceğiz. Neyi göreceğiz? Adına gerçek dediğimiz şeyin, o her ne ise, sözler
ve kavramların ötesinde olduğunu.”
*
Mutsuz, tatminsiz
olduğunuzda hayata fazladan şeyler kattığınızı bilin; beklentileriniz, doğru
bildikleriniz, talepleriniz. Fazlalıkları atın, geriye mutluluk kalır -bunun da
sıradan arzuların geçici tatminiyle gelen heyecanla bir ilgisi yoktur. Anda ve
hayatla dopdolu olmanın doğal mutluluğudur.