14 Ocak 2021 Perşembe

BOZUK DAVRANIŞLAR

Çok çatışmalı kişilikler (ÇÇK) (high-conflict personalities) üzerine popüler bir kitap çeviriyorum. Yazar çok çatışmalı kişilikler ve kişilik bozukluklarının el ele gittiğini söylüyor. Bunların beş tipini ele alıyor.

Bağlantılı olabildikleri kişilik bozukluğunun (narsisistik, paranoid, asosyal, histriyonik, sınırda kişilikler) rengini almakla birlikte ÇÇK’lerin ya hep ya hiç düşünme biçimi, yoğun ya da yönetilemeyen duygular, aşırı davranış ya da tehditler, başkalarını (günah keçileri) suçlama gibi ortak özellikleri var.

İşin teorisine ilişkin düşüncelerinde yazar, ÇÇK’lerin beyin yapılanmalarının tarihsel olarak savaşlarda toplumun lehine iken barış zamanında gereksiz bir yıkıcılıkla sonuçlandığını anlatıyor.

Yaygınlıklarının da toplumun iyi mi kötü mü organize olduğuna bağlı olarak azalıp arttığını. Ama genel olarak, dikkatimizi ele geçirme peşindeki baskın medya kültürünün negatif ve aşırı davranışlara odaklanması ve bunların imgesiyle insanları bombardımana tutmasıyla yangına körükle gidildiğini, genç kuşaklara bu davranış biçiminin yeni normal olarak öğretildiğini.

*

Geldim bize.

Kavgacılık ve biz. Ve ben.

İşi mahalle kavgasına vardırmadığım için kendimi ayrı tutuyordum ama ince eleyip sık dokuduğumda aynı doğrultuda olduğumu görüyorum.

Aktif değil belki ama pasif kavgacı olduğumu.

Saldırgan değil, korunmacı türüne girdiğimi.

Şu alışılmış tavrımız nelerle koşullanmış?

Bağır ki bağırmasınlar.

Ez ki ezmesinler.

Hiçbir şey yapamıyorsan blöf yap. Gözdağı ver. Kendini olduğundan yalçın göster.

Göz korkut.

Efelen, dayılan, çaçaronlaş.

(Elinden hiçbiri gelmiyorsa çekil kenara, yüzünü duvara dön.)

*

Şantideva soruyor: Alışılmış yaklaşım şimdiye kadar bizi nereye getirdi?

Nereye mi usta?

Diken üstünde yaşamaya, sinir olmaya, diş bilemeye, nefrete, haklılığından kuşku duymamanın katılığı, sığlığı, gerilimine, aşağılamaya, dudak bükmeye. Kronik şüpheye, kendini salamamaya. Bozuk davranışlar cehennemini yeniden yeniden üretmeye. Daralıp büzüşüp kalmaya.

Ne mi kaybettik?

Huzuru, barışı, ağız tadını, iyi hisleri, hayata, topluma, insanlara güveni, dostçalığı, yardımlaşmayı, iç enginliğini.

Şantideva soruyor: Peki ya alışılmadık yolu tutsak?

Toplum şöyleymiş, insanlar böyle, zaten baştakiler.., enayi misin nesin.. vb ile zehirlenmemiş, ezilmemek için ezmeyi/dayılanmayı değil, huzuru, barışı öne alan bir tavır benimsesek?

(Hep anlatırlardı, 3-4 yaşlarındayken annemle babamın yanına gidip “Yılana yılanzıım diyersem yılan bana ne diyer?” diye sormuşum. Uzun uzun düşünmüş bir halim varmış, gayet ciddi. Kötüye iyi davranırsam kötü ne yapar?)

Bu aşırı çatışmalı dünyada, ülkede, zamanda kaybedecek neyimiz kaldı?

*

Aslında diyor zoraki imparatorundan (adamım Marcus Aurelius) köle feylezofuna, tuzu kuru imparator danışmanına stoacılar, upuzun sorumluluk listeleri hazırlayıp duruyoruz ama gerçekten kontrolümüz altında olan ne malımız mülkümüz ne en sevdiklerimiz hatta ne de bedenimiz. Tek bir şeyi dizginleyebilir, biçimlendirebiliriz, zihnimizi.

Başı bozuk bir zihin en büyük düşmanımızken eğittiğimiz bir zihin en büyük müttefikimizdir.

*

Sizi ta derinlerden duyar oldum ustalar. Teoride değil, bıçağın dayandığı kemiğimde.

Önümde bir ayrım.

Alışılmışın tarafına mı sapıp geçici rahatlaması, ağır bedeliyle tepkiselliği sürdüreceğim?

Alışılmamış yolu mu yürüyüp başkası, toplum, sorgulamadan kabul edilmiş “yeni normaller” ne derse desin, kafamın (ve uzun vadede etrafımın) selametine bakacak, kendimi gemlemeyi, dürtülerin kuklası olmamayı, aktif kabulü (ve bunları nasıl yapacağımı) öğreneceğim?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder