Çarkı bozuk bir nehir gemisi gibi yaklaştı.
Deniz gözlüğünü alnına itip ışıl ışıl selamladı. Gözümün içine bakıp bir şey
yapmıyordun değil mi, dedi.
Deniz gevezeliklerindense kendimi suyun
sessizliğine bırakmayı seviyorum demiştim. Böyle ağır ağır yüzmek benim için
meditasyon.
Yok, yapmıyordum, dedim.
Yanım sıra yüzerken anlatmaya koyuldu.
Suya kapılmış sarı bir sünger yüzme çubuğuna
uzanıp almış, bunu sosyal mesafe ölçeri yapalım mı, demiştim. Mahcup-tatlı
gülümsemişti. “Biliyorum. Yürürken de insanların üstüne çıkarım ben..”
“Alan algımız farklı sadece. Bana biraz daha
mesafe gerek.”
Ama öyle köşesiz, sıcak bir insan ki unutup her
defasında burnumun dibine gelmesini ihlal olarak alıp kızmıyorum.
Ne de denizde çene çalma zevkini.
Denizi bu işte kullanmak sığda oturup kayık
yüzdürmek (ama akışına kapıldığında da önünü alamadığın bir çerez atıştırma) gibiyken
sakince belirip kaybolan düşüncelerin açıldığı onarıcı sessizlik, derin bir
hale dalış. Ama ne yapalım. Hayat tefekkürden ibaret değil.
“Şu deniz!. Nasıl bir şey, nasıl canlandırıyor
insanı. Bağımlısı oluyorsun. Eroin gibi?”
“Yok. Eroin uyuşturur. Kokain diyelim.”
Döndük. Işığa karşı gözlerimi kapadım.
“Sen meditasyon yapıyorsun” deyip uzaklaştı.
Çıkmaya yakın yeniden karşılaştığımızda bir
oksimoron buldum dedim. “Deniz nasıl da diriltici bir müsekkin.”
“Oksimoronlara bayılırım.”
Güldük.