Büyük turuncu şamandıraya kadar yüzdüm. Geri
dönüp kıyıya baktım. Belediye kahvesinin oradaki sicim renkli tanıdık sokak
köpeklerinden biri. Soğuk suya hiç duraksamadan giren bir çift. Sabah erken.
Başka da kimse yok derken halk plajının iki yanı zakkumlu girişinde biri
dikkatimi çekti. Durduğu yerde dört bir yana savrularak hoplayıp zıplayan bir
adam. İp mi atlıyor diyecek oldum ama elindeki (görebildiğim kadarıyla bir şey
tutuyordu) atlama ipiyse bu dağınık hareketlerle çoktan yere kapaklanmalıydı.
Anlamaya çalışmayı bırakarak seyretmeye
koyuldum. Yeteneksiz birinin stilize Kızılderili dansını andırıyordu. Bir kolu
bir yana doğru zembereğinden boşanırken diğer yandaki bacağı kızgın saca üst
üste basar gibi sekiyor, gövdesi akülü tornavidanın zorlamasına dayanan bir
vida benzeri değişen bir aks etrafında sarsılıyordu.
Toplamı adeta oynatıcısı sara krizine tutulmuş
bir kukla.
Şaşırtıcı olan, böyle bir savruluşun ortasında
sürdürdüğü dengeydi.
Neden sonra kıyıya paralel uzaklaştım. Dönüşte
biraz açığımdan kolları bacaklarıyla suları köpürten biri yaklaşıyordu. Arada
şiddetle alıp verdiği nefeslerin tıksırığı hatırlatan sesi yükseliyor, yüzüşüyle
birlikte başındaki haki beysbol şapkasının siperini asabi bir hareketle bir öne
bir arkaya çeviriyordu.
Sırtüstü, yüzüstü, suyu köpürtmediğinde kulaçları
güçlü ve düzgündü. Ama çoğunlukla tımarhane yatağında bir deli gibiydi.
Beni geçti. Geri döndü, yeniden geçti. Tıksıra
poflaya, köpürerek denizden çıktı, gitti.
Beden buydu. Kıyıdakiyle aynı kişi olmalı.
Aklım gün boyu ona ardı ardında bir kafa, ruh
uydurmaya çalıştı.
Bir hikaye.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder